Türkiye, Resmî Gazete’de 19 Mart gecesi yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, mevcut iktidarla ilk imzacısı olduğu —ama hiç uygulamadığı— İstanbul Sözleşmesi tek “adamın” imzasıyla hukuksuzca feshedildi. Gece 2:00 sularında alınan bu karar, siyasi çıkarları uğruna insan haklarını ortadan kaldırmaya çalışanların ne denli karanlık bir ülke hayali kurduklarını kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koydu.

Asıl adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan, ama kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen sözleşme yürürlükte olduğu sürece, şiddete uğrayan tüm kadın ve çocuk bireylerin korunmasıyla ilgili taraf devletlerin gerekli yasal düzenlemeleri yapıp yürütülmesini sağlamaya ilişkin görevleri var. Sözleşmenin feshedilmesi halinde, bu bireylerin korunmasına dair hukuki uyum yasalarının da yürürlükten kaldırılmasının önü açılmış olacak. Halihazırda, İstanbul Sözleşmesinin iç hukuktaki karşılığı niteliğinde olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun bile uygulanmıyorken, Sözleşmenin feshi halinde söz konusu kanunun da yürürlükten kaldırılması tehlikesi ortaya çıkacak.

Söz konusu kararın açıklanmasının ardından, insan hakları ve laiklik paydasında birleşen herkes, seslerini duyurup haklarını arayabilecekleri son özgür platform olan sosyal medyada tepkilerini ortaya koydu. #İstanbulSözleşmesi, #AklınızdanBileGeçirmeyin, #Susturamazsınız gibi etiketlere eşlik eden yüz binlerce sanal çığlık, karanlığın perdesini aralamaya çalıştı.

77 baro ve çok sayıda hukukçu, “İstanbul Sözleşmesi Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca yasayla onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Böyle bir sözleşmeden Cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkılamaz. Dolayısıyla TBMM yeni yasa yapmadıkça İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir.” fikrinde birleşti. Sosyal medyada seslerini yükselten kadın örgütleri ve insan hakları savunucuları, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya, Ordu, Antep, Denizli ve Uşak olmak üzere yurdun dört bir yanında bir araya gelerek söz konusu kararı protesto etti.

İstanbul Sözleşmesinin hukuksuzca feshedilmesinin ardından yapılan yorumlar, toplumun kolektif zihninde bir tümör gibi yayılan dinciliğin, ülkemizin geleceği açısından nasıl ahlaki bir enkaz yaratacağını gözler önüne serdi. Sadece ibadete değil siyasete de açılan Ayasofya’nın, üzerine vazife olmayan her konuda fikir beyan etmeye kalkan baş imamı Mehmet Boynukalın, “İstanbul Sözleşmesi kaldırılmış. Hamdolsun. Allah razı olsun. Haklı ve güçlü insan = Haklı ve güçlü Türkiye.” diye konuştu. Kamuoyunda “Cübbeli” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü ve okula pantolonla giden kızları görünce yüreği parçalanan İhsan Şenocak sosyal medya üzerinden şükür mesajları paylaşırken; 41 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği Elâzığ depremini pedofilinin yasaklanmasına dayandıran Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Bedri Gencer şunları söyledi: “Sonunda toplumun temeli aileyi yıkma peşindeki azgın azınlığın değil, milletin sağduyulu sesi galip geldi. Ailenin idam fermanı İstanbul Sözleşmesi yırtıldı. Artık geleceğimize daha ümitli bakabiliriz. Teşekkürler Sayın Erdoğan.” 

İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin en radikal söylemse, “uzayda ezan projesinin” mimarı ve Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal’dan geldi. İslam’ın tüm canlıları şiddete karşı koruma altına aldığını iddia eden Ünal şöyle buyurdu: “Bir defa burada Müslüman toplumlara, Türk Milletinin örfüne, geleneğine, göreneğine uymayan ve asla kabul edemeyeceğimiz maddeler de var. İsimlerini anmak bile istemediğimiz LGBT vs bireyler diye tanımlar var. Bunları kabul etmemiz mümkün değildir, Dinimizde bunların yeri yoktur. Allah insanı nasıl yarattıysa öyle hayatını sürdürmelidir. Tartışılması bile yanlıştır.” Hukukun da kadın haklarının da Kuran ve hadislerde yer aldığını savunan Ünal, “Gelin, kadına şiddeti, tacizi, haksızlığı, hukuksuzluğu dinî kuralları yaşatarak aşalım. Mağdurun korunmasını, zorbalığın engellenmesini, adaleti dinimizde arayalım, tek tek, madde madde yazılı burada.” diyerek şeriat talebini açıkça dile getirmiş oldu.

Dinî kuralları yaşatarak şiddetin aşılacağını iddia eden Siyasal İslamcılar, binlerce yıl öncesine dayanan bu çarpık bakış açılarını, insani değerleri temel alan çağdaş ve evrensel değerlere karşı bir alternatif olarak sunmanın peşinde. Oysa İslam’ın teorisine, pratiğine ve kültürel özgeçmişine baktığımızda bu sav yerle yeksan oluyor. Georgetown Kadın, Barış ve Güvenlik Enstitüsü ve Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü gibi kurumların ortak çalışmalarıyla oluşturulan Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksine göre, kadınlar için yaşamın en zor ve tehlikeli olduğu ülkelerin başını İslam ülkeleri çekiyor. Türkiye, Avrupa Ekonomik İşbirliği Topluluğu Örgütüne (OECD) üye ülkeler arasında, kadına şiddet ve kadın cinayetleri bakımından ilk sırada. Dinlerin egemen olduğu veya egemen kılınmaya çalışıldığı ülkelerde, Nuri Ünal ve onun ideolojik türevleri tarafından “insan” yerine dahi konulmayan LGBTİQ+ bireyler, kadınlar ve çocuklar baskı, zulüm ve ölüm korkusuyla yaşamaya devam ediyor.

Yüzlerce yıldır uygulanmış ve elim sonuçlara yol açmış, sorunun çözümünden ziyade kaynağı olmuş bir sistemden farklı bir sonuç beklemek hiç kuşkusuz saflık olur. İnsan haklarının farklı inançlar çerçevesindeki tek teminatı sekülerizmdir. Sevgi ve barıştan söz ederken bile insanları dinsel ve cinsel tercihlerine göre ayrıştıran, onları birbirine düşman eden ve kadınlara haklarını teslim etmek şöyle dursun, var olan haklarını da ellerinden almayı güdümleyen bir inanç sisteminde insan haklarından söz edilemez. Nitekim Sözleşmenin feshedildiği haberinden yalnızca birkaç gün sonra, ülkemizde 6 kadın 24 saat içinde erkekler tarafından öldürülmüştür.

Kadınla erkek arasındaki fiili eşitliği sağlamak adına hukuki bir dayanak olan, kadına ve çocuğa yönelik her türden şiddeti önlemeyi hedefleyen İstanbul Sözleşmesinin bir geceyarısı hukuksuzca “feshedilmesi”, Siyasal İslamcıların hedeflediği geleceğin en karanlık geceden bile daha karanlık olduğunu gösteriyor. Ama unutmayın, gece yarısında bile yıldızlar parlar!