Yazan: Ozan CAN

Giriş

İnsanın Tanrı inancı ya da daha geniş anlamda doğaüstü varlıklara duyulan inanç, kültürel bir yapı olduğu kadar nörolojik ve evrimsel gelişimlerle de ilişkilidir. Prefrontal korteks ve amigdala gibi beyin yapıları, insan zihninde yüksek bilişsel yeteneklerin ve güçlü duygusal tepkilerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu yazıda, prefrontal korteksin soyut düşünme kapasitesi ile amigdalanın korku ve güvenlik duygularını nasıl etkilediği, bu iki yapının birlikte Tanrı kavramının oluşumuna nasıl katkı sağladığı anlatılacaktır. Ayrıca, insanın evrimsel sürecinin başlangıcı ve Tanrı kavramının tarihi kökenleri üzerinde durulacaktır. Bu analiz, insan beyninin evrimsel süreçte karşılaştığı çevresel ve sosyal baskıların, Tanrı inancının kökeninde nasıl yer aldığını açıklamayı amaçlamaktadır.


Beynin Evrimi

İnsan beyni, türümüzün hayatta kalmasını sağlamak için sürekli değişen bir çevrede gelişim göstermiştir. Evrimsel süreçte, insanın yaklaşık 2.5 milyon yıl önce Homo habilis ile başlayan ve 300.000 yıl önce Homo sapiens ile zirveye ulaşan evrimi, beyin yapılarının da şekillenmesine yol açmıştır. Prefrontal korteks ve amigdala gibi bazı beyin yapıları, sosyal hayata ve karmaşık ilişkiler kurma yeteneğine katkıda bulunmuştur. Peki, bu nörolojik yapıların gelişimi, Tanrı kavramı gibi soyut, metafizik bir inancın ortaya çıkmasını nasıl etkilemiştir? Ateist bir perspektiften, bu soruya nörolojik, evrimsel ve kültürel açıdan bir bakış sunmak mümkündür.


Prefrontal Korteksin Rolü: Soyut Düşünme ve Gelecek Kurgulama

Prefrontal korteks, insan beyninin en gelişmiş bölgelerinden biridir ve ileri düzeyde düşünme, planlama, karar verme gibi bilişsel işlevlerden sorumludur. Bu bölge, aynı zamanda soyut kavramlar geliştirebilme kapasitesi ile de öne çıkar. Bir anlamda, prefrontal korteksin evrimsel genişlemesi, insanın “gerçek olmayan” ya da “soyut” bir dünyayı zihninde tasavvur edebilmesine olanak tanır.

Tanrı kavramı, tam da bu soyut düşünme kapasitesinin bir ürünü olarak değerlendirilebilir. İnsan zihni, bu yapıyı kullanarak doğaüstü varlıklar yaratabilir ve karmaşık anlam dünyaları kurabilir. İlk soyut düşüncelerin, yaklaşık 100.000 yıl önce ortaya çıktığı düşünülmektedir. Tarihsel olarak, yaşam ve ölüm gibi insanın üzerinde doğrudan kontrol sağlayamadığı olayları anlamlandırmak ve kendine bir tür güvence sunmak için Tanrı fikrinin ortaya atılması, bu bilişsel kapasitenin doğal bir uzantısıdır. Prefrontal korteks sayesinde insan, geleceği kurgulamakta ve ölüm gibi soyut korkuları tanımlayıp bunlarla başa çıkma yolları aramakta; bu süreç Tanrı veya doğaüstü güçlere başvurmayı içeren bir “çözüm” olarak kendini göstermektedir.


Amigdalanın Rolü: Korku, Güvenlik ve Toplumsal Bağlar

Amigdala, beynin duygusal tepkilerle ilişkili en önemli yapılarından biridir ve özellikle korku ve güvenlik hissi üzerinde etkilidir. İnsanlar, tarihsel olarak, belirsizliğe karşı güçlü bir korku duygusu geliştirmişlerdir; bu da çevresel tehditlere karşı tetikte olmalarını sağlamıştır. Tehlike anlarında aktive olan amigdala, çevreye dair tehditleri algılamak ve hayatta kalmak için uygun tepkiyi vermek üzere programlanmıştır.

Bu korku duygusu, doğaüstü inançlarla doğrudan bağlantılıdır. İnsanlar, çevredeki tehlikelere anlam veremediğinde, bu belirsizliği yatıştırmak için hayali varlıklara ya da doğaüstü güçlere sığınma eğiliminde olmuşlardır. Deprem, fırtına veya ölüm gibi doğal olayların amigdala tarafından yaratılan korku hissi ile birleşmesi, insanın Tanrı gibi güçlü bir varlığa inanarak kendine güvence sağlama ihtiyacını doğurmuştur. Bu anlamda, Tanrı kavramı, amigdalanın insan zihninde yarattığı korku ve güven arayışının bir sonucudur.


Tanrı Kavramının Evrimsel Psikolojisi

Evrimsel psikoloji açısından bakıldığında, Tanrı kavramının sosyolojik bir araca dönüşmesi şaşırtıcı değildir. Hem prefrontal korteksin soyut düşünce yeteneği hem de amigdalanın tetiklediği güvenlik ihtiyacı, bir araya gelerek insanların ortak bir inanç çerçevesinde buluşmasını sağlamıştır. Bu ortak inanç, grup içi bağları güçlendirerek toplulukların daha uyumlu ve işbirliği içinde yaşamasını kolaylaştırmıştır.

Tanrı inancının tarihsel kökenlerine bakıldığında, ilk tapınma ve ritüel uygulamalarının, avcı-toplayıcı toplumlarda yaklaşık 30.000 yıl önce başladığı düşünülmektedir. Bu dönemde insanlar, doğa olaylarını anlamlandırmak için ruhsal ve doğaüstü varlıklara başvurmaya başlamışlardır. Dolayısıyla, Tanrı kavramı yalnızca bireysel bir inanç olmaktan çıkarak toplumsal bir düzen aracı hâline gelmiştir. Bu bağlamda, Tanrı’ya inanmak, yalnızca bireysel güvenlik duygusunu tatmin etmekle kalmaz, aynı zamanda grup dinamiklerini güçlendirir ve toplumsal uyumu sağlar.


Beynin Evrimsel Yapısının İnsan İnançları Üzerindeki Etkisi

Ateist bir bakış açısıyla, Tanrı kavramı, insan beyninin evrimsel gelişimi sonucunda ortaya çıkan bilişsel ve duygusal ihtiyaçların bir sentezi olarak görülebilir. Prefrontal korteksin soyut düşünme kapasitesi ile amigdalanın korku ve güvenlik arayışları, bu kavramın zihinsel olarak şekillenmesini sağlamış, kültürel olarak ise yayılmasına ve toplumsal düzeyde kabul görmesine yol açmıştır.

Böylece, Tanrı inancı, bir bakıma beynimizin “mükemmelleşmemiş” yapısının bir ürünü olarak, evrimsel bir işlev taşır; bu işlev, korku ile başa çıkma ve soyut düşünce yeteneğini kullanarak çevresel belirsizliklere karşı kendini güvende hissetme çabasıdır. İnsanlar, doğa olaylarını anlamlandıramadıklarında ve kendilerini güvende hissetmediklerinde Tanrı inancını bir destek mekanizması olarak kullanmıştır.


Kaynaklar

  1. Boyer, P. (2001). Religion Explained: The Evolutionary Origins of Religious Thought. Basic Books.
  2. Barrett, J. L. (2004). Why Would Anyone Believe in God? Altamira Press.
  3. McNamara, P. (2009). The Neuroscience of Religious Experience. Cambridge University Press.
  4. Atran, S. (2002). In Gods We Trust: The Evolutionary Landscape of Religion. Oxford University Press.