Fransızlar 21. yüzyılda Meslier, Voltaire ve ardıllarından aldıkları laiklik mirasına sahip çıkmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Gazeteciler Derneğinin IFOP’a yaptırdığı ankete göre, Fransız halkının %51’i Tanrı’ya inanmıyor. 2012 yılında GALLUP tarafından yapılan araştırmada Fransızların %34’ü dindar olmadığını, %29’u da ateist olduğunu belirtmişti. 1947’de ise Fransızların Tanrı’ya inanma oranı %66 olarak belirlenmişti. IFOP’un yaptığı çarpıcı araştırmanın sonuçları şöyle:

– Fransa’nın en dindar kitlelerinden biri olan 65 yaş üstü bireylerin %58’i, 18-34 yaş arası bireylerin de %48’i Tanrı’ya inanıyor.

– Ankette Covid-19 salgınının dine olan etkisi de araştırıldı. “Salgın sizi dine daha da yaklaştırdı mı?” sorusuna katılımcıların %91‘i “Hayır” cevabını verdi. Sadece %9’luk bir kesim, daha fazla ibadet ettiklerini ifade etti.

– 2019 yılında Notre-Dame de Paris katedralinde çıkan yangının kendilerinde herhangi bir “dinî duygu” uyandırıp uyandırmadığı sorusuna, katılımcıların %79‘u “hayır” yanıtını verdi.

– Anket, dinin aile içinde ve arkadaş ortamında konuşulma düzeyini de araştırdı. 2009 yılında halkın %58’i aileleriyle dinî konular hakkında konuştuğunu belirtirken, bu oran artık %38’e gerilemiş durumda. Arkadaş ortamında ise oranın %29’a düştüğü gözlemlendi.

– Ankette, Papa Francis’in Katolik değerlerini savunma biçimine yönelik bir soru da vardı. Fransızların %41’i Papa’nın bu konuda “oldukça iyi”, %44‘ü “ne iyi ne kötü”, %15‘i de “oldukça kötü” bir iş çıkardığını belirtti.  

– Fransa’da herhangi bir tanrıya inanma oranı azalmış olsa da, halkın %68‘i halâ dinlerin gençlere “referans noktaları ve saygı, hoşgörü, cömertlik, sorumluluk” gibi konularda katkı sağladığını düşünüyor.

– 2007’de “bütün dinlerin eşit olduğunu” düşünen Fransızların oranı %62 iken, bu oran bugün %54’e düşmüş.

Fransa’ya ait veriler, Avrupa ülkelerinde ve kısmen Türkiye’de gözlemlenen durumla paralellik gösteriyor. Yaşanan bu aydınlanmanın en önemli nedenlerinden biri, dinlerin sosyal yaşam üzerinde adeta ideolojik bir afet gibi tahribata yol açması. Buna ilişkin güncel bir örnek vermek gerekirse: Fransa’da bağımsız bir komisyonun geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir rapora göre, Fransız Katolik Kilisesinde 1950’den bu yana 3 binden fazla pedofil rahibin görev yaptığı ortaya çıktı. Son 70 yılda bu “sapkın” rahiplerin cinsel şiddetine maruz kalan çocuk sayısının da 216 bine yakın olduğu belirlendi.

Konuyu Fransa özelinde genişletecek olursak, yaşanan aydınlanmanın ve köklü laiklik geleneğinin en önemli sebebi Fransız Devrimidir. Fransız filozof Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları isimli kitabında bu durumu şöyle açıklar: “Her şeyden önce Fransız Devriminin hedef ve sonucu, yalnızca devlet iktidarını feodal aristokrasiden tüccar-kapitalist burjuvaya geçirmek, devletin eski baskı aygıtını kısmen parçalayıp yerine yenisi koymak değil, bir numaralı ideolojik devlet aygıtı olan Kilise’ye saldırmak da olmuştur. Böylece ruhban sınıf sivil kimliğe dayalı olarak oluşturulmuş, Kilise’nin mallarına el konmuş ve egemen bir rol oynayan devletin dinsel ideolojik aygıtının yerini alacak yeni ideolojik devlet aygıtları yaratılmıştır.”

Fransa’da sekülerleşme, hatta dinsizleşme yolunda katedilen bu ilerleme elbette çok güzel, ama yeterli değil. Aydınlanma, dinlerin baskısı altında binlerce yıldır ezilmiş insanların mahrum bırakıldıkları hakları söke söke geri aldıkları güne kadar sürmelidir; böylece gezegenimizin gerçek sorunlarına, rasyonel ve bilimsel bir bakış açısıyla çözüm arayabiliriz. Fransız yazar Emile Zola’nın da dediği gibi, “Son kilisenin son taşı son rahibin üstüne düşmedikçe uygarlık mükemmele erişemeyecektir!”