Yazar: BEDİR BOZKURT

Eğer (mutlak kudretli, mutlak bilgili ve mutlak iyi) bir Tanrı varsa bunca kötülük nereden geliyor? Bu, felsefecilerin “kötülük problemi” olarak isimlendirdiği, felsefe tarihinde uzunca bir zaman tartışmalara konu olan ve hâlâ güncelliğini yitirmeyen bir başlık.

Yeryüzünde yaşanan ve tüm canlıları etkileyen kötülüğün ve acının varlığı, Tanrı’nın varlığına karşı bir argüman olarak öne sürülebilir. Çünkü monoteist (tek tanrılı) dinlerin ortak iddiası Tanrı’nın kadir-i mutlak, iyi ve sevecen olduğudur. Yaşanan tüm bu kötülük ve acıya izin veren mutlak iyi bir Tanrı ile ilgili ahlaki bir sorun olduğuna göre, mantıken “mutlak iyi bir Tanrı” diye bir şey aslında hiç var olmamalıdır. Çünkü “her şeye güç yetirebilen” (Kur’an, Bakara Suresi 20. ayet) ve yarattıklarına karşı “sonsuz merhamet sahibi” (Kur’an, Hac Suresi 65. ayet) bir yaratıcı aynı zamanda bu kadar kötülüğü yaratmış olamaz.

Dinlerin yanı sıra felsefe tarihinde de ele alınan bu problemi mantıksal bir kanıt olarak ilk defa formülleştirenin Epiküros (ö. M.Ö. 270) olduğu söylenir. Epiküros kötülük problemini bir ikilem biçiminde şöyle formüle etmiştir:

‘’Tanrı ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister, ama kaldıramaz; veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister ne de kaldırabilir, yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O güçsüzdür; ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor fakat kaldırmak istemiyorsa, O kıskançtır; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor ne de kaldırabiliyorsa, hem kıskanç hem güçsüzdür, bu durumda da, Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor hem de kaldırabiliyorsa -ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur-, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir? Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?’’

Epikuros’tan yüzyıllar sonra David Hume, “Doğal Din Üzerine Diyaloglar” adlı eserinde Philo’ya söylettiği şu sorularla problemi ele alır:

‘’Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse o güçsüzdür. 
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? 
Öyleyse o iyi niyetli değildir. Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?’’

“Kötülük, teist için bir problemdir, çünkü bir tarafta kötülük gerçeğinin diğer tarafta kadir-i mutlak ve alim-i mutlak bir Tanrı inancının arasında bir çelişki vardır.” (H. J. McCloskey)

Tek tanrılı dinler kötülük problemine nasıl cevap verir?

Kötülük problemine yönelik ortaya konan bir cevap olan teodise, her şeye gücü yeten Tanrı’nın sınırsız iyilik ve adaleti ile evrendeki kötülüğün varlığını uzlaştırma girişimidir. Bu girişim dinlerin -özellikle Hristiyan ve İslam dininin- aynı zamanda da pek çok teolog ve filozofun düşünce sisteminde bir yere sahiptir.

Ortaçağda Batı Hristiyan düşüncesine teodise tarihi açısından baktığımızda karşımıza çıkan en önemli isimlerden biri Augustinus’tur. Ona göre, Tanrı insanı kendisinde hiçbir günah olmaksızın yaratmış ve onu kötülüklerden yalıtılmış bir dünyaya yerleştirmiştir. Ama insan Tanrı vergisi özgürlüğünü bilerek kötüye kullanmış ve günaha düşmüştür. Bazı insanlar bu nedenle ancak Tanrı’nın lütfuyla affedilecek, diğerleri cezaya tabi tutulacaktır. Bu durum da Tanrı’nın hem iyiliğini hem adaletini ortaya çıkaracaktır. Yani bunu Hristiyanlığın düşüş teorisiyle açıklamaya çalışmıştır. Teodise, tarih boyunca inançsız biri için kötülük problemine dair doyurucu bir cevap olmamıştır.

Kötülük problemine karşı geliştirilen bir başka cevap özgür irade savunusudur. Buna göre, Tanrı insanlara her konuda kendi seçimlerini belirleyebilecekleri bir özgür irade vermiştir; yeryüzündeki (doğal afetler dahil) bütün kötülükler, insanın özgür seçimlerinin (tanrıya inanmama, günah işleme) sonucu olarak meydana gelir. Yani Afrikada açlıktan ölen bir çocuğun ya da Japonya’da atom bombası nedeniyle ölen yaşlı bir kadının başına gelenler kendi seçimlerinin sonucudur.

Diğer bir cevap, Tanrı’nın bir planı olduğu iddiasıdır. Başımıza gelen her kötülük bizi ‘iyi’ bir ruha ve karaktere taşıyacak basamaklardır. Yolda yürürken araba çarpması sonucu ömür boyu sakat kalmamız ya da Tanrı’nın bizi HIV virüsüyle tanıştırması bizim ‘sınavımızdır.’ Girmek için herhangi bir başvuruda bile bulunmadığımız böyle bir sınav yüzünden hayatımızın alt üst olması, hatta sona ermesi mümkündür.

Bir diğer savunu ise Tanrının kudretinden sual olunmaz olduğu; insanlığın başına her ne geliyorsa bunun Tanrının bilgisi dahilinde olduğu ve Tanrı’nın planının bir parçası olduğu iddiasıdır:

“Tanrı’nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır!” (İncil, Romalılar 11:33)

Bu iddia da öncekiler gibi ‘iman’ diye kodlanan mutlak ve sorgulamaya yer bırakmayan bir kabulü dayatır. Kötülük ve mutlak iyi bir Tanrı arasındaki çelişkiye cevap vermez. 

Bazı teist filozofların öne sürdüğü bir başka savunma ise Tanrının kötülüğü kaldırmasının insanlık için pek de iyi sonuçlanmayacağıdır. Tanrı bazı kötülüklere izin verir, ki bu kötülüklerin değeri, bunlarla yakından bağlantılı olan daha büyük bir iyiliğin (özgür iradeli insanlar yaratmak) değerinden düşüktür. Tanrı kötülüğü ortadan kaldırırsa, daha büyük iyiliği de ortadan kaldırması gerekir. Çocuğuna acı çektirmek pahasına aşı yaptıran bir anne, çocuğunun iyiliği (antikor) için küçük bir kötülüğe (iğne acısı) müsade eder. Tanrı da kötülüklere izin vererek daha büyük iyiliklerin doğmasına kapı aralar, hatta sebep olur. Ama görüldüğü üzere bu açıklama, doğal afetleri, bomba eylemlerini, savaşları, açlığı ve tüm bunlar olurken ölen milyonlarca canlının neden öldüğünü hakkıyla hâlâ açıklayamaz. 

Sonuç

Muhtemelen sayılamayacak kadar çok çeşitte kötülük vardır ve eğer bir Tanrı varsa, bunlara neden izin verdiği henüz bilinmiyor. Eğer bir tane bile gereksiz kötülük örneği mevcutsa –yani Tanrı’nın eşit derecede veya daha büyük bir iyiliği kaybetmeksizin ve eşit derecede veya daha büyük bir kötülüğe izin vermeksizin engelleyebileceği kötülük mevcutsa– o halde (Hume’u da selamlayarak) Tanrı yoktur diyebiliriz.