Yazar: OĞUZ ÇAY

Bilgi, Bilim ve Bilimsel Metot Üzerine

-Ayrıca matematik, hukuk ve kesin doğru hakkında-

Anlatıma başlamadan önce bu yazıda bazı sık kullandığım kelimeleri -anlam karmaşıklığına sebebiyet vermemek için- hangi anlamda kullandığımı belirtmek istiyorum (eğer kelimeler konusunda anlaşabilirsek tartışmamız ve fikir alışverişinde bulunmamız daha sağlıklı olur diye düşünüyorum).

Evren: Uzay ve uzayda yer alan her şeyin toplamıdır.(1)

Gerçek/Varlık: Evren ve içinde bulunan her fenomen ve olay; ayrıca varsa bilmediğimiz Evrenleri de kapsar.

Madde: Kütlesi ve/veya enerjisi bulunan her şey.(2)

Doğru: Gerçeğe en yakın bilgi.

Bilgi: Gerçeği betimlemek, anlamak ve anlatmak için kullandığımız kodlar bütünü.

İçinde yaşadığımız dünya hakkında doğru bir şeyler söyleyebilmek için bilginin öneminden ve nasıl kazanıldığından bahsetmek son derece yerinde olur. Doğru bilgiye ulaştığımızda ise temel olarak hayatta kalma şansımız arttığı gibi, insani gereksinimlerimizi de daha kolay ve zararsız halledebilmemiz mümkündür. Bilgi dağarcığımız genişledikçe evrene, dünyaya ve yaşantımıza dair problemleri çözebilme imkanımız artar veya çözüme daha fazla yaklaşırız ve içinde yaşadığımız evreni daha iyi anlarız.

Davranışlarımızın büyük çoğunluğu sahip olduğumuz bilgilerle gerçekleşir. Evreni doğru anlamak ise her fenomen arasındaki ilişkileri doğru şekilde kavrayabilmekten geçer. Peki, bilim nedir? Bir bilginin bilimsel sayılabilmesi için hangi özellikleri taşıması gereklidir? Dilerseniz bu soruya yanıt vermeden önce bilgi çeşitlerinden bahsedelim.

Başlıca bilgi çeşitleri gündelik bilgi, tarihi bilgi, tekniki bilgi, sanat bilgisi, felsefi bilgi, doğa bilgisi ve doğabilimsel (kuramsal) bilgidir (bunlar daha da çeşitlendirilebilir; bu, tamamen bize bağlıdır).(3) Örneğin “İlk mikroskop ne zaman ve kim tarafından icat edildi?” sorusunun cevabı tarihsel bir bilgidir. Öte yandan, “Bardak masanın üzerindedir.” ifadesi gündelik bilgiyi aktarır.  “İklim çeşitlerini” açıklayan ise bir doğa bilgisidir.

Bilginin çeşitlerinin olması, onların farklı metotla kazanılmalarını gerektirir. Çoğu gündelik bilgi için basit duyu organları ve derin olmayan düşünsel nitelikler gerekliyken, daha karmaşık doğa olaylarını açıklamak için çok daha fazla veri, gözlem ve derinlemesine düşünsel nitelik gerekir.  Doğa bilimsel bilgi, evrensel bir olayın veya doğa olaylarının nasıl gerçekleştiğini izah etmeye yarayan, gözleme dayalı ve temel kabul edilen bilimleri oluşturan (fizik, kimya, biyoloji, astronomi vs.) bir bilgi türüdür. Nihai gerçeğe ulaşmayı amaç edinen biri, doğa bilimsel bilgiden faydalanmadan bunu gerçekleştiremez. Sadece yöntemsel, tarihi ve gündelik bilgilerle nihai gerçeğe ulaşmamız mümkün değildir.

Bizim “yer çekimi” dediğimiz olguyu açıklamaya çalışan kütle çekimi teorisi doğa bilimsel bir bilgidir. Diğer yandan evrimi açıklamaya çalışan kuramsal bilgi ise “evrim teorisidir.” Bugün kütle çekiminin gerçekliğini bilmemize karşın onun nasıl oluştuğu hakkında nihai gerçeğe ulaşamadık. Aynı şekilde evrimin gerçek olduğunu ve temelde nasıl işlediğini bilemize karşın, evrim sürecini tam anlamıyla bilmediğimiz canlılar bulunmaktadır. Burada şu ayrımı yapmayı gerekli görüyorum: Gerçek, evrenle alakalıdır; bilgi ise bizimle alakalıdır. İnsan olmadığında bilginin varlığından da söz edilemez, aynı şekilde kütle çekiminin gerçekliği de insanın varlığından bağımsızdır. Örneğin DNA dizimiz gerçekte var olan bir olgudur, ancak DNA dizimize göre çıkarımlarda bulunmak ona bilgi atfetmektir. Akla gelebilen her bilim dalı için bunu söylemek mümkündür. Yani biz olmasak onlar da olmazdı.

Bilim, kullandığı metot ve nemalandığı veriler sayesinde gerçekliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeyi amaçlayan bir uğraşıdır. Dolayısıyla geleceğe sağlıklı şekilde ulaşabilmek için onun yol göstericiliğini kullanmadan edemeyiz. Bilim, bize doğrudan talimatlar vermemekle birlikte, olabilecekler hakkında -bizim çıkarımlarımıza dayanan- adeta ipuçları vermektedir. Dünyada biyolojik kimliğimize uygun yaşamak istiyorsak nesnel gerçekliği göz ardı edemeyiz. Nitekim daha az sorunlu bir yaşamın kapılarını aralamak, evreni ve dünyayı doğru  bir şekilde anlayabilmekten geçer. Karl Popper’in de dediği gibi, “Hayat problem çözmektir.” 

Bilimin ne olduğunu sevgili Celal Şengör’ün “Bilgiyle Sohbet” adlı kitabında geçen Popper’in tanımıyla anlatmak istiyorum: “Bilim, içerdiği ifadeler, gözlem raporlarını oluşturan ifadelerle yanlışlanabilecek düşünce sistemlerinin tamamına verilen addır”.(4)

Her düşünce ve söylem bir bilimsel ifade olmadığı gibi, bir ifadenin bilimsel sayılabilmesi için belirli şartlar gerekmektedir. Böylelikle dile getirilen düşüncenin sahihliği hakkında bir ön anlaşma yapmış oluruz. Bir düşüncenin veya söylemin bilimsel sayılabilmesi için:

1. Gözleme dayalı olması

2. Problemin çözümlenmesi için bir hipotez içermesi

3. Bu hipotezin çeşitli gözlem metotları ve uygulamalarla yanlışlanabilir olması gerekmektedir.(5 , 6)

Ek olarak bilimsel metot için;

4. Hipotez, çetin sorularla ve deneylerle sürekli sınanmalıdır.

 Sınavı geçen (yanlışlanamayan) varsayımlar (hipotez) doğru, geçemeyenler de yanlış kabul edilir. Bu, gerçeğe ulaşmada son derece doğru, gerekli ve insan yaşamına  yol gösteren bir yöntemdir. Çünkü birincisi bilimsel bakış, gerçeğe en yakın gözlemsel raporların akıl süzgecinden geçirilmesiyle kazanılmıştır; bu veriler küçümsenemez ve inkar edilemez. İkincisi, -aklın en önemli pusulamız olduğunu varsayarsak- bilimsel bakış açısıyla kazanılmış düşünce sistemlerimizin yerine koyabileceğimiz daha iyi bir düşünce sistemi bulunmamaktadır.

Sahte bilim hakkında

Ne yazık ki bilimin yanında bir de sahte bilim dediğimiz, bilimi baltalayıcı faaliyetler yürütülmektedir. Sahte bilimin amacı gerçeği aramak değil, dogmatik inançlara realite kazandırmak ve onları haklı çıkarmaktır. Bilim insanlarının, evrene ve dünyaya ilişkin problemleri çözebilmek için ortaya atmış oldukları hipotez niteliğindeki çözüm denemelerinin koyu savunucuları olmalarının iyi bir yönü vardır: Neredeyse hiçbir bilim insanı, kendi hipotezinin yanlışlanmasını istemeyecektir. Nitekim her hipotez bir problemi çözme amacı taşıdığından, onun yanlışlanması büyük bir hayal kırıklığına neden olacaktır. Bu yüzden bilim insanları hipotezlerini savunma yoluna giderler. Bu tutkulu gerçek arayışı ve hipoteze bağlanma, bilimi sahte bilimden ayırmada önemli bir misyona sahiptir.(7) Yapmamız gereken, söz konusu kendi hipotezimiz bile olsa sorulardan korkmamak ve çetin bir sorgu ve deney sürecinden geçirdiğimiz hipotezlerimize eleştirel bakmaktır.

Matematik ve hukuk hakkında

Şimdi söyleyeceklerimin matematikçilerin ve hukukçuların pek hoşuna gitmeyeceğini düşünüyorum. Gerçekten etrafımdaki pek çok matematikçinin “matematik kesin doğru bilgiyi verir”  dediğini duymuşumdur. Matematikçilerin bu söylediklerinin ne anlama geldiğini aslında pek anladıklarını düşünmüyorum. Nitekim matematik aslında düşünsel bir dildir. Matematik yaparken birtakım temel kabuller yapmış olursunuz ve bu kabulleri önceden yaptığınız için aradaki tüm düşünme faaliyetleri, kabul ettiğiniz önermeyle çelişemez. Bu faaliyetlerde ortaya çıkan şey bir “doğa bilgisi” değildir; birtakım kabullere ters düşmemektir aslında. Matematik bilgisi diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Evet edebiliriz, ancak bu bilgi türü matematiğin kabulleri arasındaki ilişkilerin bilgisidir; doğa bilgisi değildir. Esasen matematik, gerçeğe ulaşabilmek için icat edilmiş bir araçtır. Bilgimizi gerçeğe en uygun biçimde ortaya koyabilmek için kullanılan zihinsel bir araç…

Benzer şekilde aynı şeyi hukuk için de söylemek mümkündür. Hukukta da matematiktekine benzer önermelerde bulunuruz ve bunun sonucunda bir yargıya varırız. Esasen, insanın olmadığı bir dünyada hukuk diye bir şeyin var olduğunu düşünmüyorum. Bu, hukuk hakkındaki görüşlerimizi temelinden sarsan bir görüştür. Zira çoğu insan hukuku (haklar) bir doğa kanunu gibi görmektedir. Hukuk, zihnimizde başlayan ve resmileştirilen bir faaliyettir; toplumda rahat ve barışçıl yaşayabilmek için insanın icat ettiği bir sistemdir.

Kesin doğru” hakkında

Şimdi, görüşlerimizin temelini oluşturan konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz daha felsefi bir bakış açısı sunmak istiyorum: “Bardak masanın üzerindedir” ifadesine geri dönmek istiyorum. Bu bilginin gerçekliğini anlamamız için doğa bilgisine ihtiyacımız yoktur, ancak bu bilgi doğru kabul edilebilir ve buna ulaşmamızı sağlayan gözün ve beynin milyarlarca yıllık evrimidir. Bu bilgiye ulaşabilmek için, söz yerindeyse görebilmek ve aklı selim olmak yeterlidir. Ancak bu bilginin temelde bazı sorunları vardır: Bilgiyi oluşturan nesneleri betimlerken, örneğin bardağı oluşturan atomlara “bardak” deyip geçtik halbuki orada bir bardaktan fazlası mevcuttur. Dolayısıyla böyle bir bilgide bile varsayımlara gitmiş olduk ve bu varsayımlarımız “gerçek” perspektifinden bakılınca aslında “yanlıştır.” Çünkü gerçek dediğimiz şey, bizim maddelerin ve olayların görebildiğimiz ve göremediğimiz kısımlarının bir bütünüdür. “Bardak masanın üzerindedir” ifadesi pek fazla işimize yaramadığı için bu problemlerin de bir önemi yoktur aslında. Fakat gezegenlerin birbiriyle olan ilişkisini açıklamak istediğimizde bu problemlerin her biri bizim için önemlidir, zira onlar çözümlenmeden nihai gerçeğe ulaşmamız mümkün değildir. Eğer bir olayda veya maddesel bir gerçeklikte gözlemleyemediğimiz (ki gözlem yetisi bile sınırlı biçimde bilgi vermektedir) bir yön varsa (ki bu her zaman böyledir), onlar hakkında söylenenlerin hepsi yanlış olur. Bu yüzden “kesin doğru” diye bir şeyden de söz edilemez.

Dikkat edilirse bu mantık bizi bir yanlış düşünceler silsilesine götürmektedir. Her söylenen söz ve devamındaki her açıklama “gerçeğe göre” yanlış olacaktır. Bu (ne yazık ki) bu şekilde devam eder. İnsan, tabiatı gereği garantici olma eğilimindedir ve tarihte de ekseriya kesin olanın peşinden gitmiştir. Bu yüzden tarımsal yaşam, avcı-toplayıcı yaşama tercih edilmiştir. Üzülerek söylüyorum ki kesin bilginin varlığından söz edilemez. Biz ancak bir olayın veya şu anda bulunduğumuz konumun varlığını kabul edebiliriz, varsayabiliriz. Matematikte önermeleri kabul edip bu önermelere göre çıkarımlar yaparak kesin yargıya varmaya çalışırız.

İnsan, inançlarına körü körüne bağlanmak yerine onlara ve olaylara kuşkuyla baksa belki de bugüne kadar farketmediği gerçekleri görebilir. Konu inanç ve gerçeklik olunca Schopenhauer’ı anmadan geçmek istemem; dolayısıyla yazımı onun sözüyle bitirmek istiyorum: “Bilgi, inançtan çok daha sert ve sağlamdır, dolayısıyla bu ikisi çarpışacak olursa inanç parçalanır.”(8)

1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Evren

2) Bu konu tartışmalı olduğundan, şimdilik enerjinin bir madde olduğunu varsayıyorum. Bkz. https://khosann.com/maddenin-kokeni-parcacik-mi-yoksa-enerji-mi/

3) https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilgi

4) Celal Şengör, Bilgiyle Sohbet, 2015, s. 443.

5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilimsel_yöntem

6) https://gelecekbilimde.net/bilimsel-metot-nedir-nasil-isler

7) K.R. Popper, Hayat Problem Çözmektir, 2020, s. 24.

8) Arthur Schopenhauer, Din Üzerine, 2011, s.119.