Diyanet İşleri Başkanlığının ‘cami dışı’ din hizmetlerinden olan ve Aile ve Dini Rehberlik Büro/Merkezlerinde görevli personele yönelik düzenlenen hizmet içi eğitim, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın geçtiğimiz günlerde verdiği ilk dersle başladı. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğünce online olarak düzenlenen eğitimin ilk dersinde konuşan Erbaş, dini bakış açısı çerçevesinde ‘mutlu aile’ tablosu çizdi.

Erbaş, şu ifadeleri kullandı: “Aile değerlerimize uygun, ailemizi korumaya ve güçlendirmeye yönelik yayınlar yapması medyanın en büyük ve başta gelen sorumluluğudur. Zira olumsuzlukları sıradanlaştıran, mahremiyeti hiçe sayan, şiddete teşvik eden, gayrimeşru ilişkileri özendiren, sadakati önemsizleştiren, özellikle eşler arasındaki sadakati önemsizleştiren, sorumluluk duygusunu hiçe sayan yayınlar aileyi tahrip etmektedir.” Burada cümlenin öznesi olan “yayınlar” kelimesini “dinci yayınlar” olarak değiştirirsek bu sözlere katılmamak mümkün değil. Nitekim ahlaki yapıyı tahrip eden zihniyeti tespit etmek isteyenlerin, bir kötülük kanseri gibi toplumun bedenine yuvalanmış tarikat ve cemaat yurtlarına bakması yeterli. Erbaş’ın konuşmasındaki içerik, kadını ve aileyi koruma kisvesi altında öne sürülen çirkin bir dayatmadan başka bir şey değil.

İnsanın sosyal bir hayvan olduğu ve ailenin de en küçük sosyal yapı olduğu düşünülürse, evrimsel açıdan aile kavramının önemi açık. Ne var ki bu kavrama dini bir misyon yükleyen Erbaş, kadınların haklarını ayaklar altına alan İslam dini çerçevesinde ‘ailede mutluluk’ olabileceğini iddia ediyor. Kuran’da Nisa suresinin 34. ayetinden yola çıkarak, erkeği kadının koruyucusu ve kadını da erkeğe itaat etmekle yükümlü bir varlık olarak gören Erbaş, “Hangi açıdan düşünürsek düşünelim hiçbir gerekçe ya da meşgale aile olmayı ertelemeye ve aileyi ihmal etmeye, ilgisizliğe mazeret olamaz. Hiçbir meslek ya da hedef aile olmaktan, anne olmaktan daha önemli kabul edilemez” diyerek, kadınlara iş hayatına katılmak yerine anne olmaları nasihatini veriyor. Aile içi şiddetin ve boşanmaların gün geçtikçe arttığı bir ortamda aile kurumunun ve anneliğin dini gerekçelerle dayatılması, evliliğin bir tercih olmaktan çıkarılmasına yönelik bir girişimdir. Daha da önemlisi, kadınların edinebilecekleri en yüksek kariyerin annelik olduğunu söylemek, onlara iş hayatından ve sosyal hayattan izole olmalarını öğütlemektir.

Kaynak: Özcebe ve ark. 2011; Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması, 2011

Kadının nihai görevi anne ya da eş olmak değildir.  Vaktiyle ‘Bekarlık çıkmaz sokak, sen evlenmeye bak’ sloganıyla Evliliğe Hazırlık Okulu başlatan Diyanetin bu konuda da bizden farklı düşündüğü açık. 18 yaşına kadar her birey çocuktur. Kendi rızasıyla ya da başkasının zoruyla evlendirilmesi kabul edilemez. Erken yaşta evlendirilen kız çocukları, baba baskısından başka bir erkeğin boyunduruğu altına girerek kendilerini gerçekleştirecek ve özgürlüklerini kazanacak olanağa erişemez duruma getirilmek istenmektedir: Oysa çocuk gelin yoktur, çocuk tecavüzü vardır! Devlet, çocuk yaştaki evlilikler için gerekli caydırıcı ceza hükümlerini uygulamak şöyle dursun, aksine ‘çocuk gelin’ kavramını teşvik etmektedir. Kadınlar anne, eş ve benzeri kimliklerle yetiştirildikleri için bu görevleri istemeden de olsa üstlenmek zorunda kalmaktadır. Kadınlar bu etiketlere ihtiyaç duymadan da yaşayabilmeli; üretken, topluma faydalı, kendilerine güvenen, meslek sahibi, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, her konuda rahatlıkla fikir ve eylem üretebilecek bireyler olarak yetiştirilmelidir. Kadını eğitimli ve meslek sahibi bir birey olarak değil, çocukluktan itibaren müstakbel bir eş ve doğurgan bir ana olarak gören; karanlığın hapishanesi olan bir kumaş parçasını savundukları kadar istismar edilen çocukları ve katledilen kadınları savunmayan bu dinci zihniyetin kadına ve kadın haklarına dair söyleyebileceği tek şey, hüsran yüklü koca bir sessizliktir.

Seküler hayatı düzenleyen en önemli kavram olan ahlakı, Kuran Kurslarının dayatmacı ve ilkel kurallarına indirgeyerek konuşmasını sürdüren Erbaş, “Kur’an kurslarında yıl içinde kadınları, yaz sürecinde ise çocukları muhatap alan sosyo-kültürel etkinlikler, yaşarken öğrenme ve modelleme yoluyla ahlak gelişimine katkı sağlamaktadır” ifadelerini kullandı. DİB, Kuran Kurslarında kız ve erkek çocuklarının ayrı ayrı eğitilmesini savunarak onların pedagojik gelişimine en büyük zararı veriyor; geleceğin toplumunu şekillendirecek olan çocukların karşı cinsiyeti tanıyamamasına veya çok yanlış bir bakış açısıyla tanımasına yol açıyor. Kız ve erkek çocuklarının eğitiminde güdülen bu ilkel yöntem, ileri yaşlarda cinsiyetçi bireyler yaratıyor; çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel taciz ve şiddet olaylarının temelini oluşturan cinsiyetçilik de ahlaki çöküşü hızlandırıyor.

Çarpık bakış açılarıyla ahlak bekçiliğine soyunan, aile kurumuna ve anneliğe methiyeler düzenler, öncelikle kadına şiddete dur demelidir! Kadınlar korunmaya muhtaç bireyler değildir, değişmesi gereken toplumun bağnaz ve çağ dışı ataerkil zihniyetidir. Devletin görevi kadına dinci bir bakış açısıyla kadınlık rolleri atamak, onları toplumda görmezden gelen bir düzen oluşturmak değil, kadınların sosyal ve çalışma hayatında var olmasını sağlayacak fırsat eşitliklerini yaratmak ve şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin ve 6284 Sayılı Kanunun uygulanmasını sağlamaktır.