Kuran’ı, hadisleri ve İslam tarihini “tarihselcilik” metodolojisi üzerinden irdeleyen ve kurumsal dini ve ruhban sınıfını eleştiren ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, yine bir linç girişiminin hedefi oldu. Öztürk daha önce de dinciler tarafından linç edilmişti: 2018 yılında Facebook’ta yaptığı bir paylaşımda, Öztürk’ü kastederek, “Peygamberimiz olsaydı büyük ihtimalle bunu öldürtürdü. Ka’b Bin Eşrefi öldürttüğü gibi” diyen Balıkesir Havran müftüsü Ahmet Mehmetalioğlu, dine yönelik haklı ve radikal eleştiriler yapan Öztürk hakkında adeta “ölüm fetvası” vermişti. Gazeteci İsmail Saymaz, tanınmış bir grup ilahiyatçının yer aldığı bir WhatsApp grubunda Öztürk için, “Ulema sorgulasın. Tövbe etmezse katledilmeli” dendiğini yazmıştı.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan bir videoda, Öztürk’ün Kuran ile ilgili aşağıdaki yorumları yeniden gündeme geldi. 

“Kuran’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşriğe Kuran’da öyle küfürler var ki: Mesela Kalem Suresi 14. ayet. Kuran kâfirler için Arapça ‘zeli’ diyor, yani ‘piç’. Tabi onu meale öyle yazamazsınız, ‘soysuz’ diye çevireceksiniz. Bu Allah dili olabilir mi?”

Bu sözlerinden dolayı sosyal medyada alışkın olduğumuz bir linç kampanyasına maruz kalan Öztürk, Marmara Üniversitesindeki görevinden istifa etti ve şu açıklamalarda bulundu: “Rant kavganız sizin olsun, artık ben yokum. Kurumsal dine dair, dini tartışmalara dair zaten uzun süredir susuyordum, artık temelli susacağım.”

Rahip olmasına rağmen, Dünyanın Evrenin merkezi olmadığını söyleyen ve dini öğretiye karşı çıkan Giordano Bruno nasıl engizisyon tarafından cezalandırıldıysa, günümüzde de İslam konusuna farklı bir pencereden bakmaya çalışan ilahiyatçılar İslamcılar tarafından linç ediliyor. Her türlü sorgulamaya kapalı olan, farklı düşüncelerin yeşermesine olanak tanımayan ve verimsiz bir toprakta, tek besin kaynağı olan nefret ve hoşgörüsüzlükle kök salmaya çalışan bir İslamcı anlayış, bu gidişle kendi kendini kısa sürede yok edecek. Görüldüğü gibi dinci bağnazlıktan sadece inançsızlar ve seküler kesim değil, dindar kesim de nasibini alıyor. Ama faşizmin gölgesinde aklın çığlıklarını yutan bu zorunlu sessizliğin geçici olduğunu ve aydınlanma devriminin, yavaş yavaş sesi duyulmaya başlanan bu çığlıklarla yazılacağını biliyoruz. Prof. Dr. Mustafa Öztürk’e geçmiş olsun dileklerimizi ileterek, “sakın susmayın!” çağrısında bulunuyoruz.