Ateizm Derneği, Türkiye’de yaşayan inançsız (non-teist) azınlığın hukuki ve sosyal haklarını korumayı ilke edinmiş bir sivil toplum kuruluşudur. Orta Doğu ve Kafkasya’daki ilk resmi ateist kuruluşu olan derneğimiz 2014’ten beri faaliyet göstermektedir. Türkiye’de azınlığı oluşturan nonteist nüfus, muhafazakar ve baskıcı devlet yapısı yüzünden gitgide artan ciddi baskılara maruz kalmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2012 yılında partisinin İl Gençlik Kolları toplantısında yaptığı konuşmada gençlere seslenerek, “modern ve dindar bir nesil” istediğini belirtmiş, bu söylemini başka mecralarda da sık sık tekrarlamıştı. Erdoğan’ın “dindar nesil projesi” halen tüm hızıyla sürdürülmektedir ve adeta bir devlet politikası haline gelmiştir.

Türkiye’de hakim din İslam’dır ve bu çoğunluğun yaklaşık %77,5’unu Hanefi Sünni mezhebi oluşturmaktadır. 2012 yılında yapılan bir ankete göre ateistlerin ülke nüfusunun %2’sini oluşturduğu; 2013 yılında yapılan anketlerde yaklaşık 4,5 milyon insanın dinsiz olduğu; 2015’te yapılan anketlerde ise bu sayının 5,5 milyon kişiye ulaştığı ve nüfusun yaklaşık %9,4’ünün dinsiz olduğu bilgisi paylaşılmıştır. Ancak yurttaşların profesyonel veya sosyal çevrelerinden çekinerek dini inançlarını gizlemek durumunda kalmaları, bu sayının çok daha yüksek olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca son yıllarda iktidar hükümetinin din ve vicdan hürriyetini baskılaması ve dini dayatmayı artırması sonucunda, ülkenin ateist ve deist nüfusunda artış olduğu tespit edilmiştir. KONDA araştırmasına göre Türkiye’deki dinsiz nüfusun büyük bir çoğunluğunu (%85) 30 yaş altı genç nüfus oluşturur ve bu nüfus ülkenin batı kesimlerinde yoğunlaşmıştır.

DİN VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ/SEKÜLERİZM: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ülkeyi laik bir devlet olarak tanımlamakta; vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğünü öngörmekte ve dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamaktadır. Türk Ceza Kanununun 216. Maddesi, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçuna ilişkindir. Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Tanınmış bir dine hakaret edilmesine, bir dini grubun törenlerine müdahale edilmesine veya mülküne zarar verilmesine yönelik hukuki kısıtlamalar vardır. Ceza kanununda dini inançlara saygısızlık etmek, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” etmekle aynı kapsamda değerlendirilir ve ilgili suçlara dahil edilir. 

Fakat Anayasında laik bir ülke olan Türkiye’de, düşünce ve vicdan hürriyeti daha ziyade Müslüman çoğunluğun haklarını korumaya yönelik uygulanmaktadır. Ateist veya deist bireyler gerek profesyonel yaşantılarında, gerekse sosyal çevrelerinde dinsel kimliklerini çoğu zaman gizlemek durumunda kalmakta, dolayısıyla fikirlerini daha ziyade sosyal medyada paylaşma yoluna gitmektedir. İslam’ı, kutsal kitabı Kuran’ı ve peygamberi Muhammed’i eleştirmek, eleştirinin dozu ağırlaştığı takdirde “dini değerlere hakaret” olarak nitelendirilip Türk Ceza Kanununun 216. Maddesi uyarınca yargıya taşınmakta ve para veya hapis cezasıyla sonuçlanmaktadır. Sosyal medyada yaptığı paylaşımlar nedeniyle dini değerlere hakaret suçundan yargılanan birçok insan vardır. De facto olarak dini bir rejim halini almış parti devleti tarafından, yalnızca seküler olduğu için nefret söylemlerinin öznesi haline getirilen inançsız bireyler, önce sosyal medyada dini gerekçelerle hedef gösterilmekte; ardından dini siyasete alet eden ve “itiraz geçirmez bir zırh” olarak kullanan devlet yetkilileri tarafından itibar suikastine uğratılmakta ve yalnızca düşüncelerini ifade ettikleri için “masumiyet karinesi” hiçe sayılarak suçlanmaktadır. Bu yolla yapılan insan hakkı ihlalleri, din üzerinden gerekçelendirildiği için “itiraz edilemez” duruma getirilmekte ve devlet eliyle toplumdan soyutlanan bireylerin hak arayışını olanaksız kılmaktadır. Müslüman olmadıklarını beyan eden bireyler kimi zaman hükümet yetkilileri, kimi zaman da sosyal çevreleri tarafından “ahlaksız, terörist, çapulcu” vb sıfatlarla damgalanmak ve “vatansever olmamakla” suçlanmak suretiyle hedef de gösterilmektedir. TC vatandaşı olarak doğan her bireyin kimlik bilgilerine işlenen din bilgisi, ailesine veya kendisine sorulmaksızın “İslam” olarak yazılmakta ve kişilere ancak 18 yaşını doldurduktan sonra bu bilgileri değiştirme hakkı verilmektedir. Dolayısıyla insanlar kimlik bilgilerindeki din hanesini sonradan değiştirmek ve bunu yaparken de resmi olarak damgalanma riskini göze almak zorunda kalmaktadır. Aynı baskılar sonucunda bireyler Ateizm Derneğine üye olmaya dahi çekinmekte, işlerinden atılma veya özgürlüklerinden mahrum kalma korkusuyla derneğimize daha ziyade gönüllülük ve bağış yoluyla destek vermektedir. Müslümanların oruç tutma ibadetini yerine getirdiği Ramazan ayında, kamusal alanda oruç tutmayan bireylere yönelik psikolojik ve fiziksel şiddet uygulanmakta, bu suçlar cezasız kalmaktadır. Bilimi ve insan haklarını gözetmeksizin sürdürülen bu “sözde” laik sistem içerisinde nice aydın ve akademisyen ülkeyi terk etmek zorunda kalmış veya ilgili (ya da ilişkili başka) suçlar kapsamında hukuki süreçlere maruz kalmıştır.

EĞİTİM: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. Maddesine göre, “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Hiç kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Ancak son 15 yılda gitgide artan İslamlaşma sürecinde Eğitim alanında önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Dini eğitim kurumları olan İmam Hatip Liselerinin sayısı artırılmış ve veliler, hükümetin getirdiği birtakım “avantajlardan” yararlanmak için çocuklarını bu okullara göndermek zorunda kalmıştır. Temel bilim ve felsefe ders saatleri azaltılmış, biyolojide evrim konusunun anlatılması yasaklanmış, üniversiteye giriş sınavlarında İmam Hatip liselerine yönelik puan avantajları sağlanmıştır. Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Milli Eğitim Bakanlığı, okul ders programında daha da kapsamlı bir değişiklik yaparak ders kitaplarındaki Sünni Müslüman içeriği yoğunlaştırmış, zorunlu ve seçmeli din derslerinin sayısını artırmış ve böylelikle ülkenin laik eğitim sistemine zarar vermiştir. Ebeveynler çocuklarını zorunlu din derslerinden muaf tutma hakkına sahip olsalar da, bu konuda hem uygulamada hem de psikolojik bağlamda çeşitli zorluklarla karşılaşılmıştır. Muaf tutulan çocukların okullarda sosyal mobinge maruz kalmasına karşı herhangi bir pedagojik önlem de alınmamıştır. Bu süreçte Milli Eğitim Bakanlığı çeşitli dini cemaatlerle protokoller imzalayarak, öğrencilere ders saatlerinde Sünni Müslüman içeriğini başka kanallardan da dayatma yoluna gitmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı 2020 yılında rehber öğretmenlere okutulmak üzere birtakım kitapçıklar bastırmış, bu kitapçıklarda başörtülü kadınlar “iyi”, başı açık kadınlarsa “kötü” niyetli olarak resmedilmiştir; örneğin resimlerde çocuğunu döven annenin başı açık, çocuğunu seven annenin başı kapalıdır. MEB, cemaatlerin güdümünde olan dini vakıf ve derneklerle işbirliği yaparak özel ve resmi eğitim kurumlarında cihatçı bir neslin yetişmesine  çanak tutmaktadır. 1925 tarihinde 677 sayılı kanunla kapatılan tekke, zaviye ve türbeler, “dernek ve vakıf” adı altında öğrenci yurdu faaliyetlerini yürütmekte ve buralarda gençlere dini hoşgörüsüzlüğe dayanan eğitimler verilmekte, gençlerin beyinleri yıkanmaktadır. Dahası 18 yaş altı öğrenciler için ancak devletin yurt açma hakkı varken, söz konusu dini dernek ve vakıflar bu faaliyetleri de aynı maske altından sürdürmektedir. Coronavirüs salgın sürecinde uzaktan verilen eğitim kapsamında, ateizm ve diğer non teist düşünce sistemlerine yönelik aşağılayıcı terimler kullanıldığı ve hatalı bilgiler verildiği, öğrencilere ders aralarında İslam propagandası yapıldığı, Selahattin Eyyubi’nin anlatıldığı animasyonda kafa kesme ve hançerleme videolarının izletildiği ve çeşitli ilahilerin dinletildiği belgelenmiştir.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI: TC Anayasının 136. Maddesine göre, “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” Devlet bütçesinden hizmetlerinin gerektirdiğinden çok daha büyük pay alan ve Müslüman/Müslüman olmayan tüm vatandaşların vergileriyle hizmetlerini sürdüren Diyanet İşleri Başkanlığı, Müslümanları günde 5 vakit namaza çağıran ezan uygulamasında merkezi sisteme geçmiş, sokak başına düşen cami sayısını artırmış, camilerde halka seslenen din görevlileri yoluyla ibadethaneleri Siyasal İslam’ın birer propaganda aracı haline getirmiş, ses sistemlerinden yapılan ezan çağrısının frekansını yükseltmiş, özellikle coronavirüs salgın sürecinde ezanlara “sela” denilen dini ilahileri de eklemiş ve camilerden yapılan çağrıları adeta tacize varan bir boyuta getirmiş; tüm bu uygulamalarla, ilgili anayasa maddesinde yer alan “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalma” hususunu çiğnemiştir.

MEDYA: Ülkenin resmi medya kanalı olan TRT’de Sünni İslam propagandası yapılmakta, programların ve konukların seçiminde tarafsız davranılmamaktadır. Medyanın çoğunluğunu oluşturan hükümet yanlısı kanallarda da aynı durum söz konusudur. Hükümeti desteklemeyen az sayıdaki medya kanallarına ise yoğun bir baskı ve sansür uygulanmaktadır. 

KADIN HAKLARI: Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik hak ihlalleri dini gerekçelerle meşrulaştırılmakta, çocuk yaşta (12-16) evlilik ve doğum özellikle hükümet yanlısı havuz medyası tarafından teşvik edilmekte, sosyal medyada kişisel hesaplar tarafından seküler kadınlara yönelik “tecavüz tehdidi içeren” listeler yayınlanmakta (2020), ama bu suçlara ilişkin hukuki süreçler hasır altı edilmekte, siyasilerin söylemlerine ve resmi medyaya yansımamaktadır.

SİYASİ VE EKONOMİK RANT: Dini inançları sorgulanamaz ve itiraz edilemez bir tabu haline getirmek suretiyle siyasi ve ticari ilişkilerde rant uygulamaları meşrulaştırmaktadır.

Tüm bu baskılar ve uygulamalar sonucunda laik devlet ve hukuk yapısından gitgide uzaklaşan Türkiye Cumhuriyeti devleti, bireylerin düşünce ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan, devletin yalnızca din konusundaki uygulamalarını değil her konudaki uygulamasını eleştirmeyi yasal bir suç haline getiren bir çeşit teokrasi haline gelmiş, dinsiz veya farklı din/mezhep mensubu vatandaşları korku ve endişe içinde yaşamaya itmiştir. Bu rapor kapsamında, Türkiye’deki dini baskının dışarıdan göründüğü kadar masum düzeyde olmadığını; nonteist nüfusun karanlık bir zihniyetin kıskacı altında bulunduğunu, korku yoluyla susturulduğunu ve açıkça hedef gösterildiğini belirtmek isteriz. Ateizm Derneği olarak söz konusu baskıya ilişkin elimizden gelen çabayı vermekte olduğumuzu ve azınlık haklarına yönelik her türlü katkıyı desteklediğimizi beyan ederiz.