Her gün kesilen binlerce hayvan “kurban” olarak adlandırılmazken neden bazı durumlarda hayvan kesimi bir ritüele dönüşür ve “kurban” olarak kabul edilir? Öncelikli olarak tek tanrılı dinlerin kitaplarında, “dünya insan içindir ve insana sunulmuştur” görüşü egemendir. Fakat dini söylemler, bilimin ve gelişime açık olan insan aklının sınırını, Yaratıcıyı sorgulama noktasına kadar çizer. Kurban geleneği ise insanın yaratıcı olarak kabul ettiği varlığa teşekkürü/yakarışıdır ve sorgulanmaksızın yapılır.  Günümüzde hayvan kurban etme geleneği sadece bayramlarla sınırlı değildir. Örneğin düğünlerden önce ilkel kırmızı kurdela geleneğine ek olarak kurban kesilmektedir; kan, bakire olarak temsil edilen kadınla metaforlaştırılır ve tanrıya sunulur. İslam öncesi dönemde Araplar arasında âdet olan ve İslamiyet ile meşrulaşan Akîka kurbanı (Arapçada akîka: yeni doğan bebeğin ilk saçları) cinsiyetçiliğe de işaret eder; nitekim doğan bebek erkekse iki, kızsa bir kurban kesilir. Talan edilen doğaya bakılmaksızın yapılan inşaatların bitiminde de kurban kesilmektedir. Kurban kanının alna sürülmesi “temizlenme, aklanma, arınma” gibi sembolik anlamlar taşı. Çok arzulanan bir olayın gerçekleşmesi için de çeşitli adaklar sunulur. Kısacası dinsel çerçeve, her şeyi tanrı için ve tanrı adına yapılıyormuş gibi göstermek suretiyle her türlü kan akıtma eylemini meşru kılar. Belli bir dine inanan topluluklar, inandıkları dinin emrettiği ya da yasaklamadığı gıdalarla beslenir, et endüstrisi de buna bağlı olarak gelişir. Dolayısıyla sosyal hiyerarşi, sermaye, gelenek, aile, politika —kısacası yürürlükteki sosyal sistem— ile bağlantılı hale gelen kurban kesme ritüelinin özündeki “kan ritüeli” niteliği maskelenmiştir.

Fotoğraf: Bangladeş’in başkenti Daka sokaklarından; kurban Bayramının ikinci günü (2016).

Güncel olaylara bakacak olursak, Ocak 2020’de Hindistan’da Hinduizm inancına sahip Subhoban Rana, 12 yaşındaki kız kardeşini öldürerek, onu Hindu savaş tanrıçası Durga için kurban ettiği gerekçesini öne sürmüştür.  Yine geçtiğimiz Mayıs ayında Cuttack kentinde Tanrıça Brahmani Tapınağı’nda çalışan Sansari Ojha adlı din görevlisi,  Covid-19’u bitirmesi dileğine karşılık Saroj Kumar Pradhan isimli bir kişinin başını baltayla keserek onu ‘tanrıya kurban vermiştir’. Bu kurban ritüelleri, Müslümanların kurban bayramında ya da adak törenlerinde yaptıklarından özünde farksızdır; hepsinde kan dökmek için öne sürülen gerekçeler aynı iptidai inançlardan beslenir. Hepsi de bir şekilde kişilerin ibadetinin bir parçasıdır; inanılan tanrı ya da tanrılar için yapılır. Bu, söz konusu eylemi, ne kadar gaddarca olursa olsun, toplumun gözünde dokunulmaz ve sorgulanamaz kılar. 

Başka canlıları öldürerek cennette yer kapacağını hayal etmek, inananlar için büyük bir ahlaki hezeyandır. Kan akıtma eylemini zorunlu kılan kurban ritüelinin, doğanın bir parçası olduğu halde kendisini onun efendisi sayan insana uzun vadede “huzur” ve “yardımlaşma” getirmesi söz konusu değildir. Bu konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ikinci kez kılıçla çıktığı hutbede, “Kurbanlarımız bize emanettir. Onları incitmeyelim. Şefkatli ve özenli davranalım.” demesi de, sokakları kana bulayan bu ilkel katliam geleneğini aklayamaz. Pisagor’un yüzyıllar önce söylediği gibi: “İnsan, aciz varlıkları acımasızca yok ettiği sürece sağlık veya barış yüzü görmeyecektir. Çünkü insanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini de öldürecektir. Cinayet ve acı tohumları eken, sevinç ve sevgi biçemez.”