Sudanlı kadınlar, El-Beşir’in 30 yıllık İslam diktatörlüğünde gasp edilen haklarını geri alıyor. Bilindiği üzere 1989’da bir askeri darbeyle iktidara gelen El-Beşir, ülkesinde açık şeriat hükümlerini uygulamış; “cennet annelerin ayakları altındadır” geleneğinin yılmaz bir bekçisi olarak, bu ilkel töreleri özellikle kadınları kontrol altında tutmak için kullanmıştı. El-Beşir döneminde kadınların sokakta satış yapmaları, eşleri ya da akrabaları dışındaki erkeklerle arkadaş olmaları, tesettürlü olmamaları ve pantolon giymeleri suç sayıldı. “Ahlak polisleri” insanları toplum içinde keyfi bir şekilde cezalandırabiliyordu. Ülkede 30 yıldır birikmiş hukuksuzluklar ve yolsuzluklar neticesinde başlayan ve Alaa Salah’ın “Mermi değil sessizlik öldürür” sözüyle meşhur olan devrim hareketleri, hem El-Beşir’i hem de onun çağdışı yasalarını tahtından etti.

Artık Sudan’da, yavaş da olsa, tanrısal töreler değil laik kanunlar hüküm sürmeye başlıyor. Toplumsal hayattan tamamen soyutlanan kadınlar doğal ve kanuni haklarını bir bir geri kazanıyor. Birçok ülkede insan hakları ihlali olarak değerlendirilen ve BM’ye göre 31 ülkede sürdürülmekte olan kadın sünneti, günümüzde hayatta olan 200 milyona yakın kız çocuğu ve kadın bu uygulamaya maruz kaldı. Kadının cinsel organlarına yapılan bu müdahale idrar yolları, böbrek ve rahim-yumurtalık enfeksiyonları, kistler ve doğurganlıkla ilgili sıkıntılara yol açmasının yanı sıra cinsel ilişkiyi de kadın için son derece acılı bir hale getiriyor. Birleşmiş Milletler, Sudan’da 14 ile 49 yaş arası kadınların %87’sine sünnet yapıldığını bildirmişti. Dolayısıyla en sevindirici haber, Sudan’da yaygın olarak uygulanan bu ilkel geleneğin reform sürecinde suç kapsamına alınarak kadın sünnetinin yasaklanmış olması. Ayrıca Sudanlı kadınlar artık eşlerinden izin almadan seyahat edebilecek. Zina iddiası nedeniyle kadınlara uygulanan kırbaç cezası da kaldırıldı. Bunlara ek olarak, LGBTİ+ bireylere yönelik idam cezası da yürürlükten kaldırıldı. Artık din değiştirmek yasak değil; Müslüman olmayanlar için alkol kullanmak da yasaklar arasından çıkarıldı.

Dinlerin çağdaş dünyada yaşamayı imkânsız kılan yasaklar üzerine kurulu olması, bize tek bir şeyi hatırlatıyor: Gerçekler yerine hurafeleri temel alan yasaklar, cahil toplumların anayasasıdır. Bu yasakların özellikle kadınlar üzerinde yoğunlaşması, “Cennet anaların ayakları altındadır” diyenlerin, kadınları ayaklarından zincirleyip tesettürün ve çıplak duvarların karanlığına hapsetmeye çalışıyor olması ise manidardır. Kadınlar “tanrının bir nimeti” veya “erkeklere verilmiş bir hediye” değildir. Her an kontrol altında tutulması gereken bir meta, yaşama amacı çocuk doğurmak olan bir üretim makinesi, cinselliği de yalnızca bu amaç doğrultusunda yerine getirmesi beklenen bir seks kölesi değildir. Kadınlar, sosyal hayatın her alanındaki şahsi seçimleriyle özgür birer bireydir. Onların “ayakları altında” kalıp ezilmesi gereken tek şey, bireysel kimliklerini tehdit eden bu ilkel dini törelerdir.