Geçmişte de skandal söylemleriyle gündeme gelmiş olan Dr. Ekrem Buğra Ekinci, yeni bir skandala daha imza attı. BirGün’den Mustafa Kömüş’ün haberine göre, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde akademisyen olan Ekinci, Türk Hukuk Tarihi dersi final sınavında, öğrencilere “çocuk gelin” kavramını normalleştiren ve bu yolla çocuk istismarının önünü açan bir soru yöneltti. Soru şöyle başlıyordu: “20 yaşında fakir bir genç olan A, mehir vermemeyi şart koşarak 14 yaşındaki B ile evlenmiştir…” Ekinci 2014’te de,  “Çocuk gelinler çocuk değil aslında“ diyerek, çocuk istismarını meşrulaştıran söylemlerde bulunmuştu. Ekinci’nin kariyerine göz attığımızda, Kadir Mısıroğlu ile yakın ilişkiler içinde olduğunu görüyoruz.

Prof. Dr. Engin Karadağ’ın 2019 yılında hazırladığı rapor, bugüne kadar 68 rektörün hiç makale yayımlamadığını, 71 rektöre de herhangi bir makalede atıf yapılmadığını ortaya koymuştu. Gelecek nesiller ne yazık ki doçent bile olmaması gereken rektörlerin yönettiği, dini gerekçelerle çocuk istismarını savunan akademisyenlerin eğitim verdiği, cinsiyet eşitliğine düşmanca yaklaşan yöneticilerin bulunduğu üniversitelerde okuyor. Üniversitelerimiz, bilim düşmanı medreselerin prototipine ve siyasal İslam savunucularının üretim laboratuvarına dönüştürülmüş durumda. 

Çocuk gelin sapkınlığını kapsayan pedofiliyi, tecavüzü ve kadına yönelik şiddeti normalleştirme çabaları tüm hızıyla sürüyor. Failleri koruyan yasalar çıkarıp, onları ceza vermeksizin serbest bırakan ve böylelikle bu suçları teşvik eden hükümetin tahakkümü altında bulunan ÖSYM’nin durumu da dolayısıyla şaşırtıcı değil.  Bildiğiniz gibi ÖSYM, 2020 TYT Türkçe testinde Mabel Matiz ile ilgili bir soru sormuş, söz konusu sorunun sosyal medya gündemine yerleşmesi üzerine ÖSYM Başkanı Aygün, gerici bir yayın organına  şu açıklamada bulunmuştu: “Kurumumuz yönetiminin milli, manevi değerlerimiz ve toplumsal değer yargılarımız konusundaki hassasiyeti açıktır. 2020 YKS’nin TYT oturumunda yer alan Türkçe alanındaki ilgili sorunun içeriği hakkında inceleme başlatılmıştır.” Ayrıca soruyu hazırlayanların kurumun bünyesinden uzaklaştırılacağını da belirtti. Mabel Matiz’in gündeme oturmasının sebebi, LGBTIQ+ bireyleri destekliyor olmasıydı.

Birbirinden ayrı görünen tüm bu gelişmeler aslında birbiriyle bağlantılıdır; aynı zihniyetin ürünüdür. Bir yandan “Bizden önce kadının adı yoktu” denilerek kadına “sembolik” ve muhafazakâr bir değer biçilirken; bir yandan da, “Nasıl usulünü yerine getirerek imzalanmışsa usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır” denilerek, hâlihazırda kadın haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi feshedilmeye çalışılmaktadır. Gelişmiş ve demokratik ülkelerde kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar konusunda alınan tedbirler sıkılaştırılırken, neredeyse her gün bir kadının öldürüldüğü ya da istismara uğradığı Türkiye’de işler tersine işlemektedir. Cinsiyetçi suçlar, İslam dini kaynak gösterilerek normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Çağ dışı olmakla kalmayıp aynı zamanda da tehlikeli hale gelen bu sapkın cinsiyetçiliğin önüne geçilmedikçe toplumsal huzur yakalanamaz. Bunun tek yolu, seküler bir devlet anlayışına ve çoğulculuğa ulaşmaktır.