Kendisini gazete sanan, ama öyle anlaşılıyor ki gerçek bir haber organı olması için at gözlüklerini ve nefret söylemlerini bırakması gereken Yeni Akit adlı yayının, yüksek ihtimalle bir düzineye yakın “yazarı” bir araya gelerek bir kompozisyon yazmışlar. Ancak bir ilkokul çocuğunun elinden çıkmış olabilecek bu şaheserin ana konusu ve Akit tayfasının derdi, her zamanki gibi yine ateizm. Ateizmin evreleri üzerine düşünüp taşınmışlar ve çıka çıka bu trajedi ortaya çıkmış. Tam da SpaceX tarihi uzay uçuşunu gerçekleştirmişken bu başyapıtı okumak, ateistler olarak geçirdiğimiz evreleri öğrenmek bizi hem güldürdü hem de kızdırdı. Elbette bu yazı üzerinden ateistlere yöneltilen hakaretlere ve açık nefret söylemlerine ilişkin yasal süreci başlattık; ancak onun ötesinde ciddiye alınıp da cevap verilecek bir yan bulamadık. Dolayısıyla “vahşileşerek” eğlenmeye ve “hedonizmin” doruklarına varmaya karar verdik. Bu bizi ateizmin kaçıncı “evresine” yükseltir diye merakla sorgulayarak elbette…

“Nasıl ateist olunur?” sorusunun yanıtıyla başlamış şaheserimiz. Yanıt yüzlerceymiş, ama en önemlisi şuymuş: “bilimsel makaleleri okuyup atomların dünyasında kaybolan boş beyinler, okudukları bu makalelerin etkisinde kalarak ateistleşirler.” Atomların dünyasına hoş geldiniz. Zaten tapınma meraklılarının sıkça varsaydığı gibi, ateistler olarak bilime taptığımız için atomlara da tapıyor olmalıyız. Tapınmadan edememek. Olay bundan ibaret. Biraz Kuantum Fiziği okuyup beyni “boşaltmak” lazım anlamak için, bizden size tavsiye.  


Devam ediyoruz.. “Tanrıtanımazlık, genellikle üniversite sıralarında meydana gelir. Nadiren lise çağında da görülebilir” diyerek okurlarının yüreğine su serpiyor Yeni Akit. Çocukken ya da orta yaşla yaşlılık dönemlerinde az görülen bir musibet! Lise döneminde kısmi, üniversite döneminde de tam zamanlı sokağa çıkma kısıtlamasıyla atlatılabilir belki. Lakin boş beyinlerimizle anlayabildiğimiz kadarıyla okuyan, eğitim alan ve öğrendikçe atomların arasında kaybolarak beyinleri boşalan insanlarda daha sık “meydana geliyor.” Nedense.. Yani aslında çözümü basit: Elinize kitap almazsanız, hiçbir şeyi sorgulamazsanız, bilimle veya felsefeyle ilgilenmezseniz (Gazali’yi hatırlayalım), bütün Evrenin sizin için yaratılmış olduğuna inanmanın o sıcacık, kibir dolu huzuruna gömülüp giderseniz baş göstermiyor bu ateizm illeti. Güzel.

Şaheserimizin gelişme bölümünde şöyle bir cümle çıkıyor karşımıza: “Oysa hiçbir şeye inanmamak da bir inançtır… İnançsız insan, boş bir beyindir.” Hayal kırıklığı. Hacı misi gibi cümleyi, yazının gelişme kısmında harcamışlar. Oysa finale koymuş olsalardı her şey ne kadar farklı olabilirdi. Ateizmin neden bir inanç olmadığını açıklamaya çalışarak zaman kaybetmeyelim, zira sığ kalır bu cümledeki derinliğin yanında. Ancak burada şöyle bir sorun var: Ateizmin hem bir inanç olduğunu, hem de inançsızlığın boş beyinlilik olduğunu belirtmişler ya? İşte orada ufak bir mantık hatası olmuş. İnançsız mıyız, inançlı mıyız biz de anlayamadık yani. Atomlar yüzünden hep. 

Sonra galiba bir gerginlik yaşanmış, yazarımız (veya yazarlarımız) durup dururken, belki de tanrı kompleksine kapılıp, bir ateistin tanrıya serzenişini içeren minik bir diyalog hayal etmiş: “Yani ‘ey tanrı, mademki vardın, neden bana varlığını bildirmedin’ gibi fantezi düşüncelerle kurtulabileceklerini düşünürler. Oysa ki dinimiz İslam’a göre o gün; ‘eyvah bana’ diyenlerden olacaklardır.” Bu arada doğru yazım “madem ki” şeklinde olmalıdır, ama “boş beyinlerimizle” imla ve Türkçe dersi vermeye kalkmayalım koskoca “gazete” yazarına şimdi. Ayıp. Velhasıl, bu minik serzeniş de bizi çok eğlendirdi, hesap soran küçük sinirli ateist. İçimizdeki çocuk, içimizdeki balık, atomlar… 

Nihayet musibetin evrelerine geliyoruz. Yazıda anlatıldığına göre, hep atomların suçu olan bu illet “herkese saygılı olmakla başlar, zamanla narsistliğe dönüşür. Kendisine âşık olmak, tüm insanların kendisine hizmet etmesini düşünmekle devam eder. Sonraki aşamada hedonistleşir ve sadecezevk için yaşamaya başlar.” (Evet, özne değişti, biz de farkındayız, ama imlayı bizden öğrenecek değiller elbet.) Sonra zevk peşinde koşan bir hedoniste dönüşüyor ve kanun nizam tanımayan bir anarşist olarak evrimini tamamlıyor (ateizm illeti veya ateist kişi, orası net değil, özne değişiminden dolayı malum.) Ahirete inanmıyor olmamız ve tek yaşamın bu dünyadaki yaşam olduğunu düşünerek bütün iyiliklerin bu zaman diliminde yapılırsa bir anlamı olacağını düşünmemiz “hedonizm” olarak algılanmış. Bu da ilginç. Aslında önce “herkese saygılı olacağız” diye başlayan, sonra kendini “şahsım” olarak bir beğenmedir giden, akabinde şatafattan, zevkten, sefadan yanına yaklaşılamayan ve nihayet “benim ulan kanun” diyerek kafasına göre takılan birini tanıyoruz, ama kendisi ateist değil. Silivri.

Ve son bir evremiz daha var ki, orada sözü Tarantino’ya bırakıyoruz. Zira bazı ateistler var ki anarşistlik de yetmiyor, feci “vahşileşebiliyorlar.” Ortalık kan gölü. Zaten bunlar Batı toplumlarında görülüyormuş. Zevk için seri cinayetler işleyebiliyorlarmış. Örneğin Counter Strike oynamaktan sıkılan bir İsveçli genç (tabii ki ateist), Suriye’ye gelip kendisine önce IŞİD, sonrasında da devamı olan teröristlerin sunduğu imkanlar çerçevesinde gerçek kafalar kesip, gerçek kan dökebiliyor. Bir araştırılsa, Afganistan’da özellikle Cuma Namazı zamanında camilerde patlatılan bombaları da kesin bu vahşileşmiş, kan emici ateist boş beyinliler koyuyordur. Budist tapınağını da biz yaktık, Ermeni Kilisesini de biz ateşe verdik, Haçlı Seferlerini de biz düzenledik, Allahüekber naraları atarak kafa kesen militanları da biz örgütledik, tarikat yurtlarında çocuklara tecavüz edenler de bizdik. Vahşet.

“Kuşkusuz ömrü boyunca 1. evrede kalan ateistler de vardır” diyerek, gönüllere bir kez daha su serpmeyi ihmal etmemişler. Yani “herkese saygılı olma” evresi. Kurtçuk evresi de diyebiliriz buna. İşte Ateizm Derneği’nin durumu da buna delalet olsa gerek. Açıldığı günden bu yana bir gıdım ilerleyememiş, hala birinci evrede sayıyor. Nerede o hedonizm, nerede o başkalaşım. Saygı da saygı, sekülerizm de sekülerizm.

Final kısmı ise tam da beklediğimiz gibi okyanus ötesine selam çakarak bitiyor.Amerikalılar ateizm belasının ne derece tehlikeli olduğunu anladıklarından dolayı, dünyanın yönetimini böyle insanlara bırakmamak için her şeyi yaptılar…Amerikalılar bunun çok iyi farkına vardılar ve bu nedenle her 1 doların üzerine IN GOD WE TRUST yani biz tanrıya güveniriz (inanırız) yazdılar.” Dünyanın kurtarıcısı Amerikalılar görüldüğü gibi mükemmel bir yöntem keşfetmiş ateizm illetiyle savaşmak için. Ne kadar çok dolar, o kadar çok inanç, o kadar az ateizm. Bizim düşüncemize çok da ters değil aslında. Şöyle de diyebilir miyiz? “Dolar giren eve ateist girmez.” Dolar üzerinden dinler arası diyalog kurmaları, sosyopolitik meselelere böyle muazzam bir bilgi birikimiyle yaklaşmaları gerçekten gözlerimizi yaşarttı. Herkes yastığının altına 1 dolar koyup Amerika’ya şükranlarını sunarsa, toplum olarak ateizm illetinden kurtulacağımız kesin. Hatta herkes elindeki 1 doların seri numarasını sosyal medya hesapları için şifre olarak kullansa daha iyi olmaz mı? Bu hikaye de bize bir yerlerden tanıdık geldi, ama neyse..

Bu noktada hevesimiz kursağımızda kalıyor ve şaheserimiz, uçuşan dolarlar arasında pat diye bitiyor. Demek ki edebi usül böyle diyerek biz de aynı şekilde bitirelim.

Ama son olarak, bu yazıyı okuyan ateist yoldaşlara bir sorumuz var: Hiç mi sorgulamazsınız? Acaba siz kaçıncı evredesiniz? Kahrolsun atomlar! dediğinizi duyar gibiyiz..