Geçtiğimiz haftalarda Uşşaki tarikatı şeyhinin yaptığı cinsel istismar ve bu olayın ardından yaşananlar ülke gündemine damgasını vurmuştu. Cinsel istismara maruz kalan kız çocuğunun ailesi ilk defa Halk TV’ye konuştu. Mağdur çocuğun babası, şeyh Fatih Nurullah hakkında şunları söyledi: “Fatih Nurullah’la aramız çok iyiydi. Beni evladından ayırt etmedi. Babamdan daha ileri seviyordum. Biz onu gerçekten peygamber vekili olarak görüyorduk. Son zamanlarda da mehdilik ilan etmişti. Biz yalan söylemeyeceğini düşünerek, onu gerçekten mehdi olarak görüyorduk.”

1925 yılında tamamen kapatılan ve açılması yasak olan tarikatlarda yer almaları ve cezalandırılmaktan korkup korkmadıkları sorularını ise şöyle yanıtladı mağdur çocuğun babası: “Allah rızası için göze aldık.” Çocuğun annesi ise onca yaşananlardan sonra aynı soruya şöyle cevap verdi: “Benim öyle bir düşüncem yok. Sonuçta biz oraya Allah için gidiyoruz, o kişi için gitmiyoruz. Ben o şekilde düşünmüyorum, bir korkum yok. Biz oraya Allah rızası için gittik, bugün olsa yine giderim. O yere değil ama…”

Çocuğu cinsel istismara uğrayan annenin bu söylemleri tarikatların nasıl bitmez tükenmez bir kaynakları olduğunu gözler önüne seriyor aslında. Tarikatları araştıran ve bu araştırmalarından dolayı hakkında soruşturma başlatılan Prof. Dr. Esengül Balcı’nın konu hakkındaki tespitleri ise şöyle:

“Türkiye’deki tarikatlar aslında Soğuk Savaş artığı yapılar. Komünizmle mücadele için desteklenmiş, daha sonra para ve menfaat ilişkileriyle palazlanmış karanlık organizasyonlar. Önceleri hac, umre, bağış, fitre, zekât ve kurban derisi gibi gelirleri varken, artık kamudan beslenen devasa holdinglere dönüştüler. Özellikle herkesin bildiği gibi eğitim ve sağlık alanını tercih etmiş durumdalar. Kuruluş amaçları bu diyebiliriz. Osmanlı’dan bugüne tarikatlar devlet örgütlenmesi içinde etkin konuma gelmek için içeriden ve dışarıdan her türlü desteği aldılar. Yoksul öğrencileri ve gençleri ağlarına düşürdüler. Özellikle büyük şehirlerde okumak zorunda olan ancak parası olmayan gençleri topladılar. Yurt ve burs olanakları sağladılar. Mezun olanları da siyasi ilişkilerini kullanarak kamuya monte ettiler. Kalabalık ailesinin karnını zar zor doyuran ebeveynler çocuklarını tarikata verince, bir boğaz eksiltmiş oluyor. Sonra ‘Oğlum-kızım büyükşehirde kapılıp gider, kötü yola düşer, dininde imanında büyüsün’ diye düşünenler var. Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu var. Sadece İstanbul’da 448 tekke faaliyetlerini açıktan sürdürüyor. Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere 800’ün üzerinde faal medrese var. Üstelik büyük şehirlerde kaç apartman medresesinin faaliyette olduğu bilinemiyor.”

Tarikatların içindeki bu tip ahlak dışı olaylar ve yasa dışı yapılanmalar ortaya çıktıkça, kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen din adamının geçtiğimiz günlerde söylediği çarpıcı ifadeler akla geliyor hemen: “İki bin selefi dernek silahlanıyor. Evet, ben iki bin civarında dedim ama aslında ben isim isim çıkarttım, şu şu illerimizde başta olmak üzere. Savcılar beni çağırsalar ‘Ne biliyorsunuz, hangi silahlanma konusunda sen böyle şeyler söylüyorsun, hangi dernekler, hangi yapılar?’ dese ben en azından yüz ellisinin ismini vermeye hazırım.”

Peki, laik Cumhuriyetin hukuk muhafızları olan savcılar ve hâkimler hala neyi beklemektedir? 15 Temmuz darbe girişimi gibi bir dinî kalkışmayı mı, yoksa laik insanların topyekûn hedef alınacağı bir iç savaşı mı?