İnsanlık tarihi büyük gerilemelere sayısız kez şahit oldu. Antik Yunan filozofları evren hakkındaki görüşlerinden özgürce bahsedebiliyorken, birkaç yüzyıl sonra Ortaçağ Avrupasında Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve Güneş’in etrafında döndüğünü söyleyenler engizisyonun eliyle acımasızca cezalandırıldı. Tarih, her zaman düz bir çizgi hâlinde daha iyiye doğru ilerlemez. Tarihin grafiğinde büyük sıçrayışlar, düşüşler, geri dönüşler vardır.

Bundan 40 yıl önce, 12 Eylül 1980 tarihinde bu büyük düşüşlerden ve gerilemelerden biri başladı. Üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül’ün etkilerini yaşamımızda acı bir şekilde hissediyoruz.

12 Eylül Darbesi, hafızamızda oldukça acı bir yere sahip. Yüzbinlerce insanın işkenceden geçirildiği, haksızca idam edildiği ve kişisel hürriyetin ayaklar altına alındığı bir dönemdi bu. Fakat ne yazık ki bundan çok daha fazlasını ifade ediyor. Örneğin siyasi söylemlerde ayet ve hadislerin sıkça kullanılması bu dönemde başlamıştır. Devlet terörünün ve yasakçı zihniyetin yarattığı korkuyla çağdaş örgütlenmenin önünü kesen ve böylelikle halkı dinci, mezhepçi ve tarikatçı gruplara sığınmaya adeta mecbur bırakan 12 Eylül darbesi, laikliğe vurulmuş en büyük darbedir; bu bağlamda, günümüzde yaşadığımız pek çok sıkıntının da ana kaynağıdır.

İnanç Özgürlüğüne Darbe: Zorunlu Din Dersi

Anayasasında laiklik ilkesi olan bir ülkede, belli bir dinin ve mezhebin devlet okullarında, devletin görevlendirdiği öğretmen tarafından empoze edilmesi, çocukların bu dinin dualarını ezberlemek, esaslarını öğrenmek zorunda olması açık bir çelişki yaratır. 12 Eylül döneminden beri böyle bir çelişki içindeyiz. Her ne kadar ders “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” olarak adlandırılmış olsa da müfredatın Sünni/İslam anlayışına göre tasarlandığını hepimiz biliyoruz.

Din dersinden “muaf olma” koşulları bile başlı başına inanç özgürlüğüyle çelişen bir durum yaratır. Nitekim laik bir ülkede hiç kimsenin inancını belgeleme, deklare etme şartı veya zorunluluğu olmamalıdır. Ancak 12 Eylül Darbesi ile anayasaya giren bu kanun, insanları Sünni anlayışın esas ve pratiklerine maruz kalmakla, inandığı dini belgelemek arasında bir seçim yapmak zorunda bırakmaktadır.

Zorunlu din dersi, 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştirenlerin, bireysel hak ve özgürlüklere nasıl baktığının açık bir göstergesidir. Darbeyi gerçekleştirenler inanç hürriyetini, bireysel özgürlükleri ve eşitlik ilkesini askıya alarak belli bir dini anlayışı dayatmakta bir sakınca görmemişlerdir.

1980 Darbesi, bugün toplumun her kesimi tarafından lanetlenen, kötü hatırlanan bir dönem. Fakat bu dönemde yürürlüğe konulan ve inanç özgürlüğüyle açıkça çelişen uygulamaların devam etmesi, darbe zihniyetinin hâlâ devam ettiğini gözler önüne seriyor.

Bilime Darbe: YÖK ve Üniversiteler Üzerindeki Baskı

Üniversiteler, topluma yön veren ve bilimsel gelişmelerde itici güç rolü üstlenen kurumlardır. Akademinin bu işlevini yerine getirebilmesi için ise özerkliğe, düşünce özgürlüğüne ihtiyacı vardır. Üniversitelerin özgür olmadığı, güçlü olmadığı bir ülkede bilimsel ve toplumsal gelişmelerden bahsetmek söz konusu olamaz.

YÖK, 12 Eylül’ün hiç kuşkusuz en büyük kötülüklerinden biridir. 12 Eylül, Yüksek Öğretim Kurumu ile üniversiteleri siyasi iktidarın hegemonyasına sokarak, bilimi ve düşünce özgürlüğünü ipotek altına almıştır.

2020 yılında, Türkiye’de nitelikli bir üniversite eğitiminden bahsetmek oldukça zor. Basit bir arama yaparak sayfalarca intihal içeren, içerikten ve bilimsel yöntemden yoksun, hatta yalnızca içindekiler kısmından ibaret yüzlerce “akademik” makaleye ulaşmak mümkün.

Bu durumun müessibi şüphesiz 12 Eylül uygulamalarıdır. 12 Eylül döneminde gerçekleştirilen uygulamalar, üniversitelerin bilimsel üretimini törpüleyerek içini boşaltmıştır.

12 Eylül, her açıdan karanlık bir dönemdir. Cumhuriyet’ten itibaren elde edilen bütün kazanımlar harcanmış, ülke bilimsel ve düşünsel açıdan geriletilmiştir.

12 Eylül’ün kötü mirası bugün de korunmaktadır. Düşünce özgürlüğünün aşağılandığı, ferdin cemaat ve mürid tarafından ezildiği, üniversitelerin bilimden uzak bir müfredatla eğitim yaptığı ve belli bir dini anlayışın devlet tarafından empoze edildiği bir dönemde, 12 Eylül’ün bittiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil.