Okuyacağınız yazı, İlhan Arsel’in Kur’an’ın Eleştirisi 1 – Semavi Dinlerin ‘Kutsal’ Bilinen Kitapları isimli kitabından alıntıdır.*

KAN AKITMA YOLUYLA İBADETİN KUR’AN’DAKİ YERİ

Kurban adayarak, kan akıtarak Tanrı’yı hoşnut kılmak, ona yaklaşmak, eski çağlardan beri süregelen bir ibadet şeklidir ki, bugün artık çağdaş uygarlığa ters düşen bir gelenek olarak görülür. Böyle olduğu içindir ki, “aydın” din adamı rolünü üstlenmiş görünen bazı mollalarımız, her konuda olduğu gibi, kurban geleneği konusunda da İslam şeriatını “şirin” gösterme yolunu ararlar ve bu amaçla birtakım laf cambazlıklarına başvururlar: kurban kesimine karşı değillerdir, ama kurbanın ibadet amacına yönelik olmadığını anlatmak için her türlü kurnazlığa hazırdırlar. Bu nedenle, koyunları boğazlayarak, yani kan akıtarak, kurban sunmanın, Allah’ı “kan” ve “et” ile ilişkili kılmak olduğunu, oysa böyle bir geleneğin Kur’an’a ters düştüğünü öne sürerler. Daha başka bir deyimle, bu tür bir ibadetin, uygar toplumlar tarafından artık “ilkel” bir gelenek olarak görüldüğünü anladıkları içindir ki, Kur’an’daki verilere göre kurban kesmenin “ibadet” değil, “sosyal bir yardım türü” olduğunu söylerler. Güya Kur’an, kurban kesimini kan akıtılsın diye değil, sadece yoksula yardım sağlansın diye öngörmüştür; güya kurban ameliyesinde “ibadet” olan konu sadece yoksula yardımdır. Ve işte bu noktadan hareketle bizim mollalarımız, “eğer yoksulun korunması, ona et vermek yerine başka bir şey vermekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih etmek gerekir” derler. 

Oysa mollalarımızın bütün bu söyledikleri gerçek dışı olup, sırf Şeriatı “insani” kılıkta gösterme gayretkeşliğine dayalı şeylerdir. Çünkü, Kur’an, kurban kesimi ameliyesini, Tanrı’yı yüceltemeye yönelik bir ibadet olarak gören ayetlerle doludur. Ne Kur’an’da ne de Kur’an olmayarak konmuş kurallarda, kurban kesiminin sadece yoksulları doyurmak ve korumak amacıyla gerekli görüldüğüne dair bir şey yoktur; ya da yoksula para veya mal şeklindeki yardımın, Tanrı’ya kurban sunmaktan daha hayırlı bir iş sayılabileceğine dair hüküm yoktur. Kuşkusuz ki, yoksulu yedirmek ve içirmek, yoksula yardım etmek hayırlı bir iştir, ama Kur’an, bu tür bir yardım şeklini, ne kurban kesiminden daha hayırlı bir iş olarak görmüştür ne de kan akıtarak ibadeti önlemek için. Nitekim, din bilgini sayılan yorumculara göre “kurban kesmek, zekat ve sadakai fitr vermekten daha fazla bir fedakarlık ifade eden bir ibadettir.”

Bütün bunlar bir yana, Kur’an’da, kurbandaki amacın, her ne şekilde olursa olsun, kan akıtmayı önlemek olduğuna dair bir işaret de yoktur. Çünkü, bir kere kurban, eski çağlardan beri “Tanrı ‘yı hoşnut kılmak ve yüceltmek amacıyla” uygulanmış olan bir gelenektir ki, genellikle kan akıtılmasını koşul bilir ve Kur’an bu geleneği bu amaçla benimsemiştir. O kadar ki, Muhammed’in söylemesine göre, “Bu cemaatin (Müslüman cemaatinin) mümeyyiz vasfı, kurbanın kendi öt kanı olmasıdır (kurban olarak, din şehitlerinin katımı sunması)”? Öte yandan Kur’an’da, biraz ileride göreceğimiz gibi, kan akıtma şeklindeki kurban kesimi ameliyesinin, başlı başına “ibadet” niteliği taşığını belirleyen birçok ayet vardır. Fakat, bunları incelemeden önce, “kurban” anlayışının dayanağı olan kaynağın Kur’an’daki yerini inceleyelim.

1) Kurban Geleneği’nin Kur’an’a Alınışında Rol Oynayan Dinsel Etkenler

Kurban geleneğinin Kur’an’da alınışında rol oynayan dinsel olayların incelemesi bize şunu gösterecektir ki, Kur’an’a göre kurban kesimindeki amaç, esas itibariyle yoksula yardım değil, Tanrı’ya bağlılığın, kan akıtımı yoluyla saptanmasıdır. Adem’in oğullarının acıklı hikayesi bunun böyle olduğunun ilk kanıtlarındandır.

A) Adem ‘in Oğullarının Hikayesi

Gerçekten de Kur’an’da, Maide Suresi’nde, Adem’in iki oğlunun kıssası (hikayesi) anlatılmıştır ki, Tanrı’nın, kurban kesiminden başka bir şekilde kendisine sunulan kurbandan pek hoşnut olmadığını, kurban ameliyesini yoksullara yardım şeklinde anlamadığını ortaya koyar. Gerçekten de ayette şöyle yazılıdır:

“Ey Muhammed! Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat, ikisi birer kurban sunmuşlar. Birinin kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen (kurban sahibi), ‘Andolsun seni öldüreceğim!’ deyince, kardeşi, ‘Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.” (Maide Suresi, ayet 27).

Ayette açıklık yok, fakat anlatılmak istenen şey. Adem’in oğullarından birinin koyun keserek, diğerinin de toprak ürünlerinden (buğday) vererek Tanrı’ya kurban sundukları, Tanrı’nın koyun şeklindeki kurbanı kabul edip diğerini reddettiğidir. Kur’anı’daki bu hikayeyi Muhammed Tevrat’tan almıştır. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında anlatılan şekliyle hikaye kısaca şöyledir:

Adem’in iki oğlu olmuştur ki, adları “Habil” ve “Kabil”dir. Bu iki kardeşten biri olan Habil, koyun sürüsü güden bir çobandır. Diğer kardeş Kabil ise çiftçidir. Beraberce yaşayıp giderlerken bir gün Habil, gütmekte olduğu sürünün ilk doğanlarından bir koyunu kesip Tanrı’ya kurban olarak sunar. Çifçilikle uğraşan Kabil ise, Tanrı’ya kurban olarak toprak ürünlerinden (buğday) sunar. Tanrı, Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban olarak kabul eder, fakat Kabil’inkini kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat, Tekvin, Bap 4, 1-9).

Aslı Tevrat’ta bulunan bu hikayenin, hadislerde ve Kur’an yorumlarında anlatılan şekli aşağı yukarı böyle. Dikkat edileceği gibi Tanrı’yı hoşnut kılan şey, toprak ürünü olan “buğday” şeklindeki kurban değil, kan akıtılarak sunulmuş olan “koyun” şeklindeki kurbandır. Belli ki, Tanrı kendi adına kan akıtılmasından hoşlanmıştır. Ve bu işi yoksullara yardım olsun düşüncesiyle değil, Habil’in “takdimesi”ndenhoşlandığı için yapmıştır; Habil’in takdimesi ise. biraz önce gördüğümüz gibi, kanı akıtılan koyundur. Eğer Tanrı kan akıtılmasından hoşlanmamış olsa, kurbandan amacın yoksula yardım olduğunu düşünmüş olsa, bunu açıkça bildirirdi. Oysa böyle yapmamıştır. Belli ki insanların kendisine olan bağlılıklarını “Tanrı adına” kan akıtılmasına göre değerlendirmek istemiştir! Bundan dolayıdır ki, din adına cihata çıkılmasını, kafirlere karşı savaşılmasını, kılıçla vuruşulmasın! (kendi adına kan akıtılmasını) “kutsal” bir şey olarak görmüştür. Yine bundan dolayıdır ki, bu savaşlarda ölenleri “şehit” olarak en büyük mükafatlara layık bilmiştir.

Devamını buradan okuyabilirsiniz.

* Alıntı kaynağı: İlhan Arsel, Kur’an’ın Eleştirisi 1 – Semavi Dinlerin “Kutsal” Bilinen Kitapları, Kaynak Yayınları, 1999, s. 170-172.