Bebekler, bağırsaklarında henüz tanımlanmamış 200’den fazla virüs türüne ev sahipliği yapıyorlar. 

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve “COVID-19” adıyla hayatımıza giren bu virüs türünü hepimiz yakinen tanıyoruz. Virüsler, genellikle hastalıklarla ilişkilendirilir. Ancak bu ilişkilendirme, halkın kanıksadığı yanlış bilgilerden sadece birisidir. Vücudumuz, mide ve bağırsak sisteminde sürekli çoğalan ve birbirleriyle etkileşime giren bakteri ve virüslerle doludur. Küçük çocukların bağırsaklarında bulunan bakterilerin, onları yaşamlarının ilerleyen safhalarında kronik hastalıklardan korumak amacıyla bulunduğunu uzun süredir biliyoruz yine de bu virüsler hakkında yeterli bilgimiz yok.

COPSAC’tan (Copenhagen Prospective Studies on Asthma in Childhood) ve UCPH’deki Gıda Bilimi Bölümünden bir araştırmacı ekibi; beş yıl boyunca 647 sağlıklı, Danimarkalı, bir yaşındaki çocuğun bez içeriğini incelemek ve haritalamak için çalıştı. Araştırmacılar, çocukların dışkısında toplam 10.000 viral tür buldu ve bunun haritasını çıkardı. Bu sayı, aynı çocuklardaki bakteri türü sayısının on kat fazlası.

Araştırma ekibi bu gözlem ve deneyler sonucunda virüslere “Muhtemelen yaşamın ilerleyen dönemlerinde astım ve diyabet gibi kronik hastalıklardan korunmak için ihtiyaç duyuluyor.” dedi. Bu henüz keşfedilmemiş virüslerin, bizlere ileride “bağışıklık sistemimizin nasıl geliştiği” hakkında bilgi vereceğini de ekledi


Bir bakteri geni, omurgalıların görüşünü mümkün kılmaya yardımcı oldu. 

İnsan gözü, bir zamanlar o kadar karmaşık ve iyi tasarlanmış olarak görülüyordu ki evrimsel biyoloji için açıklanması gereken bir sorun ama yaratılışçılar için iyi bir fırsat oluşturuyordu. Rastgele genetik mutasyonlardan, bu kadar yararlı bir şey nasıl evrilebilir? Yaratılışçılar, gözün evrimi bilmecesinden yararlandı ve bunu, sözde bilimsel “akıllı tasarım(!)” fikrinin en önemli noktası olan, daha yüksek bir güç tarafından yapılmış ya da en azından biri tarafından yönlendirilmiş olması gerektiği iddialarına örnek olarak gösterdiler. Bugüne kadar “göz evrimi” için yapılan çevrim içi bir arama,  bilimsel suları bulandırmaya çalışan dinî grupların safsataları ile birçok örnek veriyordu.

Göz o kadar karmaşıktır ki Charles Darwin bile onun nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklayamamıştır. Yine de doğa için gözün evrimi aslında hiç de zor bir başarı değildi. Gerçekten de hayvanlar aleminde yaklaşık 10 farklı göz tasarımı vardır ve gözler, hayvan türlerinde yaklaşık 50 veya daha fazla kez bağımsız olarak evrimleşmiştir. Dahası; genetik kanıtlar, gözlerin nispeten hızlı bir şekilde – sadece birkaç yüz bin yıl gibi kısa bir sürede – evrimleşebileceğini ortaya koymaktadır. Bu uzun bir süre gibi gelebilir ancak jeolojik zaman ölçeklerinde bu, “göz açıp kapayıncaya kadar”dır. Gözler, inanılmaz derecede çeşitlidir. Şu; deniz kestanesi, akbaba veya yusufçuk gibi hayvanlardaki çeşitli ve tuhaf gözlere bir bakın: 


Bilim insanları, göz evriminin nasıl bu kadar hızlı gerçekleşebildiği ve bunun, doğa tarihinde nasıl ve neden bu kadar sık ​​gerçekleştiğini ancak son zamanlarda anlamaya başladılar.  3,7 milyar yıl önce, erken yaşamda uzun bir süre boyunca çoğu canlı tamamen kördü. Ardından -yaklaşık 538 milyon yıl önce- Dünya’daki yaşam tarihinin en önemli dönemeçlerinden biri olan ve yaşamın hızla çeşitlenmeye başladığı “Kambriyen Patlaması” geldi. Bu, büyük hayvan gruplarının çoğunun “fosil kayıtları”nda görünmeye başlandığı zamandır. 


Briscoe “Kambriyen Patlaması’ndan önce pek bir şey olup bittiğini gerçekten görmüyor veya en azından mevcut fosillerde gözleri gerçekten çok iyi tespit edemiyoruz.” diye açıklıyor. “Ve bununla ilgili asıl ilginç olan şey; Kambriyen Patlaması sırasında, fosil kayıtlarında hem omurgasız bileşik gözlerin hem de omurgalı kamera tarzı gözlerin birdenbire ortaya çıktığını görüyoruz. Ve bunu, basit göz benekli veya daha ilkel görünümlü bileşik gözlere sahip organizmaların yanında yapıyorlar.” diyerek sözlerine devam ediyor.

Tarihteki ilk gözler; bir tür nöron olan ve “fotoreseptör hücreler” olarak bilinen, son derece basit, ışığa duyarlı hücrelerdi. Foton adı verilen bir parçacık onlara çarptığında, şekil değiştirerek beyne sinir uyarıları gönderirdi (Beyin olmadan görmenin gerçekten mümkün olmadığını belirtmekte fayda var. Üzgünüm bitki ve mantarlar! Ama -teknik olarak- hayvanlar gibi ‘göremezsiniz). Bu ilkel fotoreseptörler ışığı algılayabilir ama hepsi bu. Görüntü oluşturmak için çok ilkel. 

Görme karmaşık olsa da bunu mümkün kılan genler bol miktarda bulunur ve onları bir hayvana fayda sağlayacak şekilde değiştirmek çok şey gerektirmez. 1997’de bilim insanları, tek bir geni manipüle ederek meyve sineklerinin anten, kanat ve bacaklarında fazladan gözler oluşturabildiler

Gözlerin nasıl evrimleştiği ve bunun neden bu kadar çok kez gerçekleştiği hakkında öğrenilecek daha çok şey var. Şimdi ise omurgalı gözünün evriminin, retinanın ışığa tepkisinde yer alan anahtar bir gene katkıda bulunan bakterilerden beklenmedik bir destek aldığı ortaya çıktı. Bu ay, Ulusal Bilimler Akademisi Bildiriler Kitabı’nda yer verilen bir çalışma, diğer türlerden ödünç alınan genlerin evrimsel önemini ortaya koyuyor. 

Retinal Biyolog Ling Zhu, “Bulgular, omurgalı gözü gibi karmaşık yapıların yalnızca mevcut genetik materyali değiştirerek değil aynı zamanda yabancı genleri edinip entegre ederek de nasıl evrimleşebileceğini gösteriyor.” diyor.


SpaceX’in ürettiği şimdiye kadarki en büyük uzay roketi olan Starship’ten önemli gelişmeler.

Starship olarak bilinen araç, ABD’li girişimci Elon Musk’ın SpaceX şirketi tarafından yapıldı. Starship, tamamen yeniden kullanılabilir bir teknolojiye sahip ve  Starship’in uzay turizmini de mümkün kılması bekleniyor. 

Starship’in ilk fırlatma testi 17 Nisan’da gerçekleşti ancak ertelendi. Elon Musk, sorunun donmuş bir “basınç vanasından” kaynaklanmış gibi göründüğünü tweetledi.

Bugün (20 Nisan’da) Starship’in ikinci fırlatma testi yapıldı. Şimdiye kadar yapılmış en güçlü roket yörüngeye ulaşmadı, ancak daha başarılı bir görev için çalışan SpaceX’e önemli dersler verdi. 

Saat 16.33’te 33 motor büyük bir ateş, duman ve toz bulutu içinde tutuştu ve Starship yavaşça yukarı doğru yükseldi. Yaklaşık bir dakika sonra roket, herhangi bir roketin fırlatılması için en önemli anlardan biri olan maksimum aerodinamik basınç döneminden geçti. Kısa bir süre sonra, Meksika Körfezi’nin yukarısında bir ateş topunda patlamadan önce takla atmaya başladı.


Görevin ateşli sonucuna rağmen, NASA yöneticisi Bill Nelson SpaceX’i tebrik etti. Nelson, Twitter’da “Tarih boyunca her büyük başarı, bir düzeyde hesaplanmış risk gerektirmiştir, çünkü büyük risk büyük ödül getirir” diye yazdı.

170 bin yıl önce insanlar, kara salyangozlarını kızartıp yiyorlardı.

İlk duyuşta kulağa tiksinç gelse de kolay bir şekilde elde edilmesi ve besin değerinin yüksek olması sebebiyle 170 bin yıl önce muhtemelen afiyetle yenen bir yemekti.

15 Nisan tarihli Quaternary Science Review dergisinde yayımlanan yazıda, binlerce yıl önce Güney Afrika’daki bir kaya sığınağında yaşayan insanlar, bir yetişkinin eli kadar büyüyebilen bu sümüksü, çiğnenebilir ve besleyici sürüngenleri kızarttı.


Kimyager Marine Wojcieszak ve ekibi, Güney Afrika’daki Sınır Mağarası’nda yapılan kazı çalışmalarında deniz kabuğu parçalarının analizlerini yaptı. Alanı düzenli olarak işgal eden avcı-toplayıcıların, büyük Afrika kara salyangozlarını köz üzerinde ısıttıkları ve sonra muhtemelen yediklerini gösteriyor. Ayrıca Brüksel’deki Kraliyet Kültürel Miras Enstitüsünden Wojcieszak, arkeolojik alanlar ve eserlerin kimyasal özelliklerini inceliyor. Wojcieszak, “Salyangozların yenmesi kolay, sert yiyecekleri daha az çiğneyebilen yaşlılar ve küçük çocuklar için önemli bir besin olurdu.” diyor. “Sınır Mağarası’nda yiyecek paylaşımı; iş birlikçi sosyal davranışın, türümüzün şafağından beri yürürlükte olduğunu gösteriyor.” diyerek devam etti.

Araştırmacılar, Sınır Mağarası’ndaki eski insanların nişastalı bitki saplarını pişirdikleri, bir dizi meyve yedikleri, küçük ve büyük hayvanları avladıklarına dair de kanıtlar bulmuşlardır. Yaklaşık 200 bin yıl öncesine ait bilinen en eski ot tabakası da Sınır Mağarası’nda ortaya çıkarıldı. Daha sonra çeşitli tortu katmanlarından 27 salyangoz kabuğu parçası alınarak kimyasal ve mikroskobik özellikleri, metal bir fırında ısıtılan modern büyük Afrika salyangozlarının kabuk parçalarıyla karşılaştırıldı. Deneysel sıcaklıklar 200° ila 550° derece arasında değişmekteydi. Isıtma süreleri beş dakikadan 36 saate kadar sürmüştür. Birkaç eski kabuk parçası dışında tümü, bir zamanlar sıcak közde pişirilmiş salyangozlara yapıştırılmış olmakla tutarlı olarak uzun süreli ısıya maruz kalma belirtileri gösteriyordu. Kabuk yüzeylerindeki ısıtma ipuçları arasında, mikroskobik çatlaklar ve donuk bir yüzey vardı. Araştırmacılar, büyük kara salyangoz kabuklarının yalnızca alt kısımlarının pişirme sırasında közlere dayandığını ve muhtemelen Border Cave’de ortaya çıkarılan yanmış ve yanmamış kabuk parçalarının karışımını açıkladığını söylüyor.